31 Temmuz 2009 Cuma

Netanya maçının ardından

UEFA'nın aynı şehirde aynı gün 2 maç oynatmama kuralı gereği Fenerbahçe'nin de İstanbul'da oynaması yüzünden deplasmanda oynanan Netanya karşısındaki UEFA Avrupa Ligi 3.ön eleme ilk maçı için ekranların başına geçme teklifi Anadolu yakasındaki arkadaşlardan geldi.

Geçen sene "Metrobüs'e bindik geliyoruz " sloganı ile varılmak istenen yere bu kez araba ile varmaya çalıştığımızda hakemin kronometresi 25.dk 'yı gösteriyordu . Radyodan kulaklarımızın duyduğu kadarı ile maça oldukça baskılı başlayan Galatasaray bizim ekran başına geçmemizi beklermiş gibi kalesinde golü gördü . Tobol karşılaşmasında yenilen golün bir nevi defansif zaafiyet olarak bire bir benzerinin yaşandığı bir gol oldu. Günden güne bu zaafiyetin azalacağını düşünüyorum ki takım oynadığı her maç futbol ağzı ile üzerine biraz daha koyarak ilerliyor . Dolayısı ile bu konuda umutlu olmamak mümkün değil .

Yenilen gole verilen hızlı cevap sonrası takım adeta solistliğini Arda Turan'ın yaptığı ve en prestijli gecelerde sahneye çıkan kaliteli bir koro edası ile oynadı.

Basları güçlü ve tok , baritonları - tizleri her biri kendi işinin en iyisi olma gayretini gösteren gırtlaklara benzeyen ayaklar vardı sahada .

Tek tek kişi özelinde bir değerlendirme yapmak tüm takıma haksızlık olacaktır ancak Frank Rijkaard , Johan Neeskens , Albert Roca Pujol ve Carlos Quadrat isimlerinden oluşan teknik heyet önderliğinde , yeşil sahada üzerinde GS arması olan formalar giyen sporcuların , alamet-i farikası o arma olan kulübe gönülden bağlı insanları çok mutlu etmek için çabaladıklarını görmek , o kişilerden biri olarak beni fazlasıyla mutlu etti .

Total futbolu öğrenmek ve uygulayabilmek için çıkılan bu yolda bu ekibin gün gün gelişmesini büyük bir sabır fakat bir o kadar da zevk ile izliyor ve bekliyor olacağım.

Bekleyip göreceğiz...

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Mezura

Konu malum , boy ölçüsünün alınması .

3-4 yıldır sürekli arttığı iddia edilen performansı ile geçen sezon Turkcell Süper Ligini ikinci sırada bitirerek Şampiyonlar ligi 3.ön eleme karşılaşması oynama hakkı kazanan Sivasspor, takkenin düşüp kelin göründüğü bir gecenin kahramanı oldu.

Dün gece hep beraber , çağın neresinde olduğu büyük bir soru işareti olan oyun anlayışı , Anadolu’nun yükselen yıldızı markalaşması ile diğer Anadolu takımları üzerinde sempati baskısı kurulması ile ve Turkcell Süper Ligi klasmanındaki hakemciklerin gözlerini kapattığı “yarı güreş yarı futbol” ortaya konanın ne olduğu belli olmayan bir futbol ile yazılmaya zorlanan hikayenin son sayfasını okuduk .

“ 5 yerim 6 yemem , 7 yerim 8 yemem.” çıkarımı ile aklı sıra bu ülkenin asırlık spor kulüpleri ile dalgasını geçen , büyük abisi olan kulübün taraftarları dışında sempati duyulma yüzdesi yerlerde sürünen , yine sergilediği davranışları ile bu ülkenin en başarılı yerli Teknik direktörünün ancak çok ucuz bir karbon kağıdı ile çıkarılmış taklidi olabilecek , büyük şair ve futbol adamının maç sonu verdiği röportajda söyledikleri ve hali , 3 – 4 yıldır şişirilmeye zorlanan bu balonun artık sönmeye başladığının işaretidir.

Keşke böyle olmasaydı . Şimdi Sivasspor profesyonellerinin kendilerine sorması gereken en önemli sorunun sorulması vaktidir.

Neden sadece Kadıköy’de seviliyoruz ?

28 Temmuz 2009 Salı

Sadece...

104 yıl önce doğan bir sevdanın adı o . O sevdanın içinden doğduğu ocağın yaşı ise 528 . Hadi dün geceki forma lansmanında sahneye konulan gösterinin teması olan 2288 yıl öncesine yani Galatlara kadar uzatalım bu tarih yolculuğunu.

Zamanlar ve mekanlar , taşıdığı mana , hissettirdiği aidiyet duygusu kişiden kişiye göre değişse dahi , değişmeyen tek şey O .

Yani Galatasaray , yani Sarı ile Kırmızı . Alamet-i farikası içiçe geçmiş G ile S harfleri olan hani.

Galatasaray’lı olduğum o günü hiç unutmuyorum. Hangi Galatasaray’lı zaten Galatasaray’a gönül verdiği o günü unutabilir ?

Hangi Galatasaray’lı şu sözleri söyleyebilmiş birisini unutabilir ?

"Amacımız İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip olmak, Türk olmayan takımları yenmek."

Bize her sevdadan geriye kalan O’nu armağan ettiğin için Seni hiç bir zaman unutmayacağız.

Bugünde , yarında ve hatta kurduğun kulübün tek bir sporcusu kalsa dahi ...

Sadece Galatasaray...

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Anlatamam Susarım , Yaralıyım Ben...

“Söyleyemem derdimi kimselere ben...”

Aynı zamanda Galatasaray taraftarı olan besteci ve söz yazarı Kenan Doğulu’nun bir şarkısından bir cümle yukarıda yaptığımız alıntı.Bu ve benzer cümleleri sıklıkla kuran bir Hollanda’lı nefes alıyor şu aralar İstanbul’da. Florya yakınlarında .

Hollanda’lı arkadaşımız kendisinden yaptığımız bu alıntıdan haberdar değil büyük ihtimalle .. Hatta ve hatta giriş cümlesini hiç söylemedi , eğer ki yanında , kelam ettiklerini yaşadığı ülkenin insanlarına aktaran kişinin yaptığı tercümeleri bilmez ise eğer zaten böyle bir cümle de kurmaz...

Lakin ortalama bir Lise eğitimi alan her Türk gencinin anlayabileceği bir İngilizce ile konuşan Hollanda’lının yanında tercüme görevi ifa eden arkadaşın yanına bir adet tercüme görevi ifa edecek arkadaş daha oturtmak zaruriyeti var .

Galatasaray Spor Kulübü derneği futbol şubesi yönetenleri ;

Bir değil , iki değil ,üç değil ... Frank Rijkaard’ın tercümanı olan arkadaş bizler gibi ,en kalbi duyguları ile Galatasaray taraftarı olmak seçeneğine mahkum olmuş olabilir ..Ancak ve ancak yaptığı görev arızalı ve güdüktür . Eksiktir ve büyük hatalar içermektedir.

Arkadaşın görev aşkına ve varsa ki olduğunu düşündüğüm Galatasaray sevgisine de saygı duyuyorum . Ancak tercüme yeteneği yoktur . Bu insan Hocanın söylemek istediklerinin büyük çoğunluğunu basına eksik ve yanlış olarak aksettirmektedir . Bu durumda bu arkadaşın futbolculara da hocanın iletmek istedikleri direktifleri sağlıklı aktarımı şüpheli bir hal almaktadır.

Görev artık sizindir . Bu tercüman acilen ve en kısa zamanda değişmelidir.Başka yol yoktur.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Güle güle...

Hayat sevdiğin insanlar ile güzel . Anne , baba , kardeş , eş , akraba ...
Bunların biri bile yoksa eğer , dost ile arkadaş var envanterde.

Bir de bunların dışında olan insanlar var , kayıplarında gözündeki yaş pınarlarına hakim olamadıkların..

Mesela Barış Manço Moda 81300 İstanbul .
Mesela Jupp Derwall.
Mesela Kazım Koyuncu .

Mutlaka fazlası var ama şu an iyi ki daha fazla örnek akla gelmiyor , hatta son olsun isyanı var içten içe...

Vedat Baba da bunlardan biri .

Yanyana masalarda alçak sesli futbol sohbetlerimizin bir numaralı insanı...

Kirli beyaz sakalı ile babasının hiç sakal bırakamayacağı benim gibilerin pamuk suratlı idolü...

Adam kelimesinin sözlükteki karşılığının dünyaya düşmüş hali , hem de en Siyah Beyaz’ından...

Sana her şey yakışır ama bu değil Vedat baba , çok erken oldu gidişin....

Işığın hiç sönmeyecek , sadece siyah ile beyaza değil bu ülkenin tüm renklerine aitsin sen artık ..

Rahat uyu ... Türk sporseveri seni hiç unutmayacak.

17 Temmuz 2009 Cuma

İlk Resmi Maçın Ardından

Sezonu erken açtı Galatasaray .Yola tüm rakiplerinden erken koyulmasını zaruri kılan ilk resmi maçını da oynadı dün akşam . Futbolseverlerin , ismini iddia bültenleri dışında pekte duymadığı takımlardan olan Tobol karşısına bir hazırlık karşılaşması anlayışında çıktığı söylenilebilir Rijkaard’ın . Özellikle kurduğu ilk 11 buna bir işaretti. Birinci bölgede sol kanatta Alparslan tercihi ve yine ilk yarıda Kaptan Arda’nın ve Baros’un yedek kulübesinde oturması, Yaser’in , Aydın Yılmaz’ın , Erhan Şentürk’ün ilk 11 de yer bulması Rijkaard’ın takım içi rotasyonu canlı tutmaya yönelik bir gelecek hamlesi olarak düşünülebilir.

Galatasaray özelindeki sihirli kelime zaten “Gelecek” . Bu sezon öncesi futbolu yönetenlerin attığı tüm adımlar Galatasaray’ın bugününe değil geleceğine yönelik adımlardı . Bunların da ilk ve en önemli hamlesi teknik direktör seçimi idi . Seçilen hoca ile birlikte futbol takımının her bir ferdinin adeta ilkokul talebesi gibi Futbol’un ABC ‘sini yeniden öğrenmeye başladığını ve çıkılan bu seyahatte yolun uzun ve bizimde o yolun henüz başında olduğumuzu unutmamamız gerekir diye düşünüyorum.

Alınan sonuç Galatasaray kalibresindeki bir takım için pek tabiki olumlu değil . Lakin rakibin 14 .haftası süren yerel Lig’inde 14 resmi maç oynadığını düşünürsek eğer ilk resmi maçını oynayan bir takım olarak alınan 1-1 ‘lik sonucun Ali Sami Yen’de turun geçilmesi için yeterli olacağı açık . Önümüzdeki Perşembe oynanacak ikinci maç , çıkılan bu uzun yolun ikinci istasyonu olacak . Belki sahada yine Galatasaray altyapısının pırlantalarından bir veya birkaçını seyretme imkanı bulacağız . Bu yolda mutlaka kazalarda olacak . Yavaşlayacağız , hatta zaman zaman da duracağız . Ama yolun sonunda Galatasaray’ın alışkın olduğu Türk Spor’unun 1 numaralı tarih yazıcısı rolünün kaleminden çıkan en güzel hikayeleri okumaya devam edeceğiz. Sabırla ve inançla bekliyorum.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

İkna

“Sinirleniyor, kendi kendimi ikna için daha ısrarla, daha fazla konuşuyordum.” S. F. Abasıyanık.

Türk Dil Kurumu resmi internet sitesinde ikna kelimesi için kullanılan örnek cümle bu .

Son günlerde çok moda olan bir kelime “ikna” . Hele hele konu futbol ve transfer meselesi ise özellikle kulaklara daha sık çalınıyor.


· X kulübü yöneticisi , Y futbolcuyu ikna etmek için haftasonu Z ülkesine gidiyor.

· P kulübü yöneticisi özellikle F’nin eşini ikna etmek için kendisi ile son bir kez daha görüşecek.

· Senelik ücreti konusunda ikna olmayan C , “ eğer istediğim ücret verilmez ise Avrupa’dan gelen teklifleri değerlendireceğim.” dedi...

Örnekler çoğaltılabilir ve çeşitlendirilebilir. Ancak ikna etmek ve ikna olmak noktasında ortada buluşması gereken taraflardan herhangi birinin etmek veya olmak konusunda niyeti yoksa eğer , işi zorlamanın bir manası olmadığını düşünüyorum. Aksi halde kamuoyu önünde Sait Faik Abasıyanık’ın dediği gibi bir profil çizmek kaçınılmaz oluyor. Yani ;

“Sinirleniyor, kendi kendimi ikna için daha ısrarla, daha fazla konuşuyordum.”

Yapmayın , etmeyin , sinirlemeyin ve artık konuşmayın.

14 Temmuz 2009 Salı

Bu forma benden sana hatıra olsun !

5 numaralı sarı renkte bir forma .Üzerinde , aralarında Kaka'nın da bulunduğu dünyanın en pahalı futbolcuları listesinin üst sıralarında bulunan Brezilya'lıların imzaları bulunuyor. Formayı elinde tutan kapitalist demokrat(!) Obama , formayı o'na hediye eden ise Brezilya İşçi Partisinin kurucularından Lula .


İtalya'daki G-8 zirvesinden , `hostes kızın poposuna baktılar mı bakmadılar mı ? ´ tartışmasının yapıldığı fotograf karelerinden çok daha ilgi çekici bir enstantane bu fotograf benim için .

Bir yanda süper güç olarak adlandırılan ülkenin başkanı , diğer yanda solcu bir başkan . Ortada ise bir milli futbol takımı forması . Hem de öyle böyle değil , futbolda dünyanın gelmiş geçmiş en başarılı ülkesinin milli takım forması .

Formanın hediye edildiği ülkenin ayak topu tarihine baktığımızda ne görüyoruz ? Vasat bir geçmiş . Forması hediye edilen ülkenin futbol federasyonu müzesi ise kupalar ile dolu .

Bir yanda muazzam bir ekonomik güç , futbolun altyapısına yatırılması düşünülen belki yüz milyon dolarlar , en modern stadlar , futbol okulları ...

Diğer yanda ise Copacabana plajında kum yutarak , Rio 'nun ara sokaklarında taştan kaleler ile 4'erlikten maç yaparak büyüyen bir nesil .


Futbol işte bu yüzden güzel . Zengin ile fakirin , güçlü ile güçsüzün , mazlum ile zulmedenin üzerine eşit şartlarda bindiği bir tahterevalliye benzediği için...

Yeşil sahaya çıkıldığında adil bir oyunun oynanmasının sağlanabildiği ortamda , "gözümün gördüğü hiç bir şeyden korkmam."diyenlerin kazanma ihtimalinin olduğu bir oyun olduğu için güzel.

İki Sıfır geriye düştükten sonra bir devrede tam 3(Üç) gol atmayı bilenlerin , yendikleri rakiplerini teselli etmek içinde onlara forma hediye edenlerin var olduğu bir spor olduğu için güzel .

Hayatın ta kendisi olduğu için güzel ... İyi ki varsın...

Yıldız transferin parasını forma satışı ile çıkarmak

Hep dile getirilen bir klişedir. Yıldız bir futbolcu transferi sonrası o futbolcunun yeni sezonda giyeceği yeni takımının formasının taraftarlarca kapış kapış satın alınacağı ve elde edilen gelir ile de futbolcuya ödenen bonservis parasının karşılanacağı söylenir.

Matematiğin ve pazarlamanın tüm kuralları en iyimser bir şekilde gerçekleşse bile bu durum hayal olmaktan öteye geçmez . Hele hele kulübün kasasına 1 adet forma satışından resmi forma tedarikçisi firmanın kazandığından daha az bir gelir gireceği hesaplanıldığında , Adidas’ın , Nike’ın , Umbro’nun her sezon ekipman sağladığı kulüplere birer yıldız transferi yapmasını bile bekleyebilir miyiz , ne dersiniz ?

Forma satarak bonservis parası ödenmez . Ödenemez .Eğer ödenebilseydi , içlerinde Almanya, İngiltere , Fransa , İspanya , Hollanda ve İtalya’nın da bulunduğu ülkelerden toplam 116 kulübün 2008 yılına ait ortalama merchandising geliri olan 5.3 milyon Euro ile bu kulüpler hangi Ronaldo’yu transfer edebilirdi?

Hazır Ronaldo’dan söz etmişken , AFP* ‘nin AS ve Marca’ya dayanarak verdiği habere göre Cristiano Ronaldo’nun taraftara tanıtıldığı 6 Temmuz gecesi Real Madrid dükkanlarında dakikada 15 adet 9 numaralı CR forması satılmış . Bir geceki hasılat 170.000 Euro .
Kaldı geriye 93 milyon 830 bin Euro . Ha gayret !

*Fransız Haber Ajansı

Doğru Söze ne denir ?

Yurtdışı futbolcu transfer piyasasında Real Madrid'in ödediği bonservis paraları ile yarattığı olumsuz etkiden henüz bahsetmiştik ki , bu yılın en büyük bonservis getirisini C.Ronaldo'yu Real'e satarak sağlayan Manchester United'ın menajeri Sir Alex Ferguson transfer piyasasındaki Real Madrid figürü hakkında bir açıklama yaptı. Şöyle diyor Sir Ferguson ;

"Benzer davranışı bir kaç yıl önce Zidane ve Figo 'yu transfer ederek gösterdiler. Bu tip davranışlar onların doğasında var. Bu onların yönetme tarzı. Benzer bir borç dünyadaki herkesi korkutabileceği gibi Real Madrid'i korkutmuyor. Ayrıca bu borcu kontrol edebilecek bir sistem kurdukları içinde onları tebrik etmemiz gerekir.

Fakat bu durum bizim için farklı,biz kendi kendimizi yönetme tarzımızdan mutluyuz. Hangi oyunculara sahip olduğumuz önemli değil,önümüzdeki sene yine güçlü olacağız."
*

Doğru söze ne denir ?

*Kaynak: tribalfootball.com

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Yeni Sezonun Cicileri


Futbola tutkun sporseverlerin her sezon öncesi en çok merak ettikleri , üzerinde belki de en fazla tartışmanın döndüğü , beklentilerinin , dileklerinin hep yüksek olduğu konulardan biri transfer ise diğeri herhalde takımların yeni sezon formalarıdır.

Kulüp yöneticilerinin , özellikle de resmi lisanslı ürün tedarikçisi firma ile iletişim içerisinde olan kişilerin belki de en fazla mesai harcadıkları ve memnuniyet oranının nadir olarak yüksek olduğu bu konuda herkesi mutlu etmek gerçekten mümkün değildir.

Özellikle içinde bulunduğumuz bilişim çağında , kitleler arasındaki iletişimin bu denli yoğun ve bir o kadar kolay olduğu bir zamanda taraftar siteleri , forumlar , bloglar gibi bilumum iletişim platformlarında beklentiler ile ters oranda bir memnuniyet seviyesi yakalandığını görürüz yeni sezon formaları lanse edildiğinde. Kimi numarasının fontunu ve rengini beğenmez , kimi ise yazı tipini . Biri dikişli arma nerede der , bir diğeri göğüs reklamının büyüklüğünden şikayetçi olur. Kısacası her sezon başı , her forma lansmanı sonrası mutlaka memnuniyetsiz bir taraftar kitlesi oluşur.

Bu sezonun Galatasaray özelindeki memnuniyetsizlik sebebi ise şimdiden belli . Daha önce bahsetmiştik ,malum Mor renkli forma mevzusu . Büyük bir ihtimalle Mor forma ile Ağustos başında tanışma imkanımız olacak ama sezonu erken açmak zorunda kalmanın bir iyi tarafı şu ki , önümüzdeki Perşembe günü Kazakistan’da yeni sezon formalarından birini görebiliriz oyuncuların üzerinde.

Formaların , özellikle resmi lisanslı formaların kulübe gönülden bağlı her kesimden taraftarın üzerinde olmasının sağlanması da önemli bir konu pek tabi. İmkanları ve şartlarını zorlayan her bir taraftar en azından bir adet resmi forma satın almak ister . Açıkcası armanın dikişi , fontun rengi , göğüs reklamının yeri ve büyüklüğü dile getirilen ama sözkonusu kulübün forması olduğunda gözardı edilebilen ayrıntılardır . Mor renk bile gözardı edilir mi , bakalım formaları gördüğümüzde karar vereceğiz ?

Her taraftarın kulübün resmi formasına sahip olmak isteyeceğinden bahsetmişken yazıyı da Bursaspor’un yaptığı bir kampanya bilgisi ile sonlandıralım . Bursaspor resmi mağazalarında 2008/2009 yılı formaları 19.63 TL ‘ ye satışa sunulmuş.Geçen sezon formaları olmasına rağmen kulübün kuruluş yılına atıfta bulunarak belirlenmiş bir fiyat olarak çok uygun bir meblağ bu . Tabi 20 TL verip 37 Kuruş para üstü almak mümkün olmayacağından belki yanına 5 TL 37 Kuruşluk bir anahtarlık vs gibi küçük bir ekte yapılabilirdi . Darısı taraftarına resmi formalarını bu derece uygun bir fiyata giydirmeyi düşünebilecek diğer Süper Lig kulüplerinin başına diyelim.

Birileri çıldırmış olmalı...


Transfer piyasasının dünyanın ve ülkemizin yaşadığı global ekonomik krize rağmen yurtdışı piyasada Real Madrid’in , yurtiçi piyasada ise Fenerbahçe ve Beşiktaş ‘ın başını çektiği ölçüsüz harcama yapan veya yapma potansiyeli gösteren kulüplerin etkisi ile ne kadar dalgalı bir seyir izlediği herkesin malumu.

Mehmet Topuz transferinin sadece bonservis maliyetinin bile 9 milyon Euro olarak telaffuz edildiği bir ortamda yerli transfer piyasası ile ilgili belki de en akil ve gerçekçi açıklamayı Gaziantepspor’un Portekiz’li teknik direktörü Jose Couceiro yaptı.

Beşiktaş’ın , futbolcusu Rodrigo Tabata için ödemeyi düşündüğü 8 milyon Euro bonservis bedeli hakkında Gaziantepspor yöneticilerine , “ Tabata’yı derhal satabilirsiniz , alacağımız bonservis ücreti ile ben size 88 tane Tabata bulurum.” açıklamasını yapan Couceiro’nun söyledikleri ülkemiz transfer piyasası gerçeğinin dile gelmiş bir halidir.

Anadolu’da parlayan Süper Lig topçularına İstanbul kulüpleri tarafından ödenen ölçüsüz bonservis maliyetleri ve küçük takımın büyük topçusu sporcuların İstanbul’un hiç sönmeyen ışıkları altında yitip giden kariyerleri . Örnekler o kadar fazla ki ; Tarık Daşgün’lerden başlayıp Serkan Aykut’lara , Bülent Akın’lardan devam edip Burak Yılmaz’lara uzanan bir isim listesi var karşımızda. İlhan Cavcav’ın futbolcuları için ayrı bir katalog bile hazırlanabilir.

Turkcell Süper Lig’in lokomotifi olan kulüplerin özellikle yurtiçi piyasasındaki transfer dengelerini yerinden oynatmayacak ve futbolcuların gerçek değerlerini bulacağı bir transfer borsasının yaratılması konusunda mutlaka bir mutabakat içinde olması gerekiyor. Rekabetin bu şartlar altında , yani ederinden fazla değer verilen ve değerinden fazla bonservis ödenen topçuların büyük kulüplerin formasını giydiği bir ortamda kimseye olumlu bir faydası olmayacaktır. 28 yaşındaki Tabata’ya hem de karşılarında futbolcu ile ilgilenen hiç bir rakibi olmamasına rağmen 8 milyon Euro ödemeyi teklif edenlerin futbol ekonomisinden ne kadar anladığı büyük bir soru işareti . Hiçkimsenin aklına da bu paraları havaya saçmaktan ziyade kendi altyapılarını güçlendirecek yatırımlar için kullanmak gelmez.
Ne kadar yazık...

10 Temmuz 2009 Cuma

Kaptan Arda ve 10 numaralı forma


Malum işyerindeyiz, bu yüzden haberler internet ortamından akıyor. Henüz gözümüzle görüp kulağımızla dinleyemedik ama gelen bilgilere göre Arda Turan bu sezon Metin Oktay'ın ve Georghe Hagi'nin 10 numaralı formasını giyecek ve takımın 1 numaralı kaptanı olacak.

Öznesinden yüklemine , anılan isimler ile birlikte , edat , bağlaç , zarf vs. Türkçe'ye özgü ne barındırıyorsa eğer bunları içerisinde kullanmaktan ve kurmaktan büyük keyif aldığım bir cümle oldu bu .

" Arda Turan , Metin Oktay ve Hagi'nin 10 numaralı formasını taşıyacak ve takım kaptanı olacak . "

Hayırlı olsun .

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Yolun Sonu


Senaryosu iyi yazılsa ve oyuncuları doğru seçilseydi eğer Galatasaray - Cassio Lincoln ilişkisi üzerinden çok güzel bir film yapılabilirdi diye düşünüyorum . Fırsat kaçtı veya kaçırıldı.Bundan sonra Cassio Lincoln'un İstanbul'da yaptığı hataları yeni hayatında yapmamasını dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden.

Son güne kadar her ne koşul ve şart altında olursa olsun iletişim yolu ile bu sorunun aşılabileceğini ümit ediyordum.Ancak Sayın Başkan Adnan Polat'ın dün akşam verdiği beyanat ile iletişim imkanının artık mümkün olmadığı anlaşılıyor.

Cassio Lincoln hakkındaki olumlu görüşlerimi ne zaman değiştirebilirim bilmiyorum . Belki Fenerbahçe forması giyip bize gol attığında artık o'nu sevmemeye başlarım , kim bilir ?

Şaka bir yana , kulübün başkanı böyle bir karar aldığını beyan ediyorsa o kararın en doğru karar olduğu konusunda hemfikir olmak gerekir. Cassio Lincoln hata yapmıştır ve bu hatanın bedelini ödeyecektir . Bu kadar basit .

Hıncal Uluç'un köşesinde aktardığı bir fıkra ile bitirmek istiyorum .
Hakim Temel'e sorar:
"Bu adamı merdivenden ittin mi?"
Temel yanıtlar:
"Sadece bir basamak ittim, diğerlerinden kendisi düştü.."

3 Temmuz 2009 Cuma

Can çıkar , huy çıkmaz !


Geldiği günü de , gittiği günü de çok iyi hatırlıyorum . Ali Sami Yen’e ayak bastığı ilk maçta sağ kanatta topu ayağına aldığı anda 0 -100 km/h arasını birler basamaklı saniye sürelerinde alabilen araçlar gibi süratlenebilen bir oyuncuyu pek fazla görmemişti bu gözler. “Vay be!” demiştik . “Ne kadar süratli bir topçu bu” . Sürati sebebi ile kendisine takılan lakap ise yine bu yeteneği ile ilişkili olacaktı pek tabi.

“Ferraribery “.

Yüzündeki yarayı kalbimizdeki yara gibi benimsemiştik birde . Al Pacino’nun canlandırdığı Küba doğumlu Amerikalı efsane gangster karakteri Tony Montana’lı bir pankart ile vermiştik mesajımızı tribünlerden.

ScarFace , yani Yaralı Yüz .

Topçu ve taraftar arasındaki “şimdi anlıyoruz ki tek taraflı” olan bağlılık mükemmel iken o gün geldi çattı . Yaralı yüz ilk ve son kez taraftarı yaraladı . Bir sabah açık mavi renkli Marsilya forması üzerinde olduğu halde sırıtarak poz verdiği o fotografı gazetelerin ilk sayfasında görene kadar inanmak istememiştik tüm söylentilere . Detaylar gün ışığına çıktığında ise Yaralı Yüz’e bizlere bu keleği attıracak imkanı verenleri de kıyasıya eleştirdik hiç şüphesiz . Hala Franck Ribery’nin kulübe 5 kuruş para kazandırmadan kaçarcasına gitmesinin şartlarını yaratanlar ve bu durumun vebalini taşıyanlar var bu camiada . Ve bu vebali taşıyanlar rahat koltuklarında kıyasıya eleştirebiliyorlar bugünkü yönetenleri . Bilmiyorlar ki sayelerinde altın yumurtlayacak tavuk ufak tefek ayrıntılar sebebi ile elden kaçırılmış , büyük bir yönetici başarısızlığına imza atılmıştır .


“ Akacak kan damarda durmaz “ atasözü bu konuya ne kadar uyar bilinmez . Yani bu çocuk illaki bir yolunu bulup Türkiye’den ayrılacaktı . En azından tavuktan alabileceğimiz altın yumurta karımız olurdu zira karakter ve spor ahlakı konusunda zayıf ve yüzünde varolan gibi yaralı bir kişilik olduğunu düşündüğüm Franck Ribery’inin kaçmasının mümkün olmadığı bir durum yaşadığında ise ne kadar çirkin görüntüler verdiğine şahit oluyoruz artık .

Kulübüne kelek atamadığı durumda profesyonel oyuncusu olduğu takıma rahatsızlık veriyor belki de . Baksanıza bugün Bayern München idmanında artık gitmek istediğini hem de üzerinde mukavelesi olduğu takımın idman forması varken ve tüm takım arkadaşları ile beraber çalışırken açık açık gösteriyor. Bayern München yöneticisi olsam 1 dakika bile düşünmeden kendisi için verilen teklifi kabul eder ve Ribery’e yol verirdim .


Kendisine yararı olmayan insanların ait oldukları topluluklara ne kadar yararı olur tartışılır.Değeri belli iken kendisi ile vedalaşmak en iyisi olur Almanlar için . Biz , yani Galatasaray taraftarları kendisi ile isteğimiz dışı vedalaştık , tek hayıflandığımız nokta o’ndan gelecek yeşil kağıtlardan mahrum olmuş olmak artık . Kim bilir , belki o yeşillerden de bir hayır gelmeyecekti ...