26 Mayıs 2009 Salı

Cassio #10

2 yıl öncesiydi.Yine bu zamanlar “sağlığı bol olsun” eski başkanımızın enerjisi ile ancak Temmuz ayı sonları idi transferde bomba patlatılacak dönem bizler için . İşte o zamanlar tüm Galatasaray forumlarını işgal ettik , forumlar izleyici ve kayıtlı üye sayısı izleyeni rekoru kırdı o dönem .

O zaman tek bir amacımız vardı . 10’un yerini doldurmak . Hiçkimse o değildi , böylesini yaşı 30’dan küçük olan gözler görmemişti.

Anlamıştık hiç kimse , hiç kimse 10 değil . Hiç kimse Hagi kadar fikrimize sahip değildi.Ama yeni 10’u bekliyorduk .

O çıktı geldi , aramıza katıldı . Hiç sırıtmadı . Golünü attı , asistini yaptı . Saçları hafif uzun jöleli 10 numaramızın arkasını izler olduk . Aynı 10’da olduğu gibi...

Vurdu gol oldu , asist yaptı gol oldu . Sağa baktı sola attı, biz mest olduk . Evet dedik . İşte o , 10’un yerini dolduracak biri var artık .

Hatırlayın o zamanı . Bir Beşiktaş maçı öncesi Cassio ‘yu kadro dışı bıraktı hocası . Tribünde cezalı iken oturduğunda,yanında bu takımın Futbolcuya dayalı düzeni olduğunu iddia edenlerin , o düzeninin Reis’i oturuyordu.

Reis ile biadı red edeni yan yana seyrettiler o maçı kenardan . İkiside cezalı olarak . İşte Cassio’nun ipinin çekildiği gün o gün oldu .

Artık istenmeyen adamdı o . Herkesten fazla para alıyor ama herkesten fazlada tekme yiyordu. Hiçbir zaman yediği tekme değil , bilakis her zaman aldığı para mevzu yapıldı. Kim derdi ki “özel futbolcular zaten tekme yerdi” diyenleri kimse dinlemeyecek . Onlar dinlenmedikçe Cassio’ya vurdular . Cassio’ya vurdukça onlar dinlenmedi .

Kıstırılmakla tehdit edildi Cassio . Hem de bu ülkenin yayıncı kuruluşunun yorumcusu tarafından. Kim korudu onu ? Kimse .

Aynı yorumun yapıldığı maçta , topu ayağında sektirdiği için rakip takımın hocası tarafından kovalandı formasını giydiği takımın sahasında.
Kim sahip çıktı ona ? Kimse .

Bir rakibinin testis avuçlayıcısı uzmanı kalecisi ile yaşadığı itiş kakışta bile kendi evinde olmasına rağmen arkasında kim vardı ? Kimse .

Hep yalnız kaldı . O’nu alkışlayan yeni açıkcılar gündelik işlerin peşinde koşan anlık taraftar olarak yaftalandı . Kimseden , belki de en yakınındakinden bile destek bulmadı .

Cassio De Souza Soares Lincoln. 700 küsür gündür bu ülkenin topraklarında soluk alıyor . En büyük rakibinin 10 numarası vatandaşının sadece Hagi ile kıyaslanmaya cüret edildiği Türk medyasının en büyük düşmanı kendisi .

Arkasında vatandaşı gibi dağlar tepeler,medyanın "höt" dediğinde karşısında mum gibi dikildiği bir Başkan’ı da yok ne yazık ki ...

Her koşulda vatandaşını koruyan seyircisi gibi seyircisi olsa yeter de , futbolun özü taraftar ise ki öyledir , kendi taraftarı bile o’nu anlamıyor ya , ne yapsın 10 ?

Gidiyorsa eğer benim 10 kuruşluk hakkım o’na helal olsun.

22 Mayıs 2009 Cuma

Başkası için kazanmak...

Yazarı bilinmeyen bir alıntıdır.


Kendimizi evlenince, bir bebek sahibi olunca, sonra bir tane daha olunca yaşamın daha güzel olacağına inandırmışızdır. Sonra çocuklarımızın yeterince yetişkin olmadığını düşünerek bunalırız ve onlar büyüdüklerinde bunun da iyi olacağını düşünürüz. Sonra büyürler ve biz yine bunalırız, çünkü onlarla didişmemiz gerekir. Şu delikanlılık çağını atlatsalar daha mutlu olacağız tabii.

Gerçek şu ki, mutlu olmak için şu andan daha iyi bir an olamaz.
Öyle değilse, ne zaman?

Yaşamınız hep güçlüklerle dolu olacak. Olduğu kadar çok kabullenip herşeye karşın mutlu olmaya karar vermek en iyisi.

Uzun bir süre yaşam yeni başlayacak sandım. Gerçek yaşam.
Fakat yolda hep bir engel vardı; bitirilecek bir iş, aşılması gereken bir sıkıntı, tanınacak bir zaman, ödenecek bir fatura. Sonra başlayacaktı yaşam. Sonunda anladım, bu engeller yaşamın kendisiydi.Bu bakış açısı, benim mutluluğa bir yol olmadığını anlamama yardımcı oldu.

YOL, mutluluğun kendisi idi.

Yani, her anın tadını çıkarın.

Mutlu olmaya karar vermek için, okulun bitmesini, okula geri dönmeyi, beş kilo kaybetmeyi, beş kilo almayı, işe başlamayı, evlenmeyi, cuma gecesini, pazar sabahını, bir araba almayı, araba yenilemeyi, ev ipoteğinizin bitmesini, ilkbaharı, yazı, sonbaharı, kışı, ayın birini ya da on beşini, radyoda melodinizin çalınmasını, ölmeyi ya da yeniden doğmayı beklemeyin.

Şimdi, aşağıdaki soruları düşünüp yanıtlamaya çalışın:
1 – Dünyadaki en zengin 5 kişinin adını söyleyin.2 – En son seçilen 5 Dünya Güzelinin adlarını söyleyin.3 – Son 10 Nobel Ödülünü kimler kazandı?4 – En iyi erkek oyuncu Oscar ödülünü en son hangi 10 oyuncu aldı?

Yapamadınız mı? Zor, değil mi?

Tasalanmayın, hiç kimse bunları anımsamıyor.
Alkışlar söner!
Ödüller tozlanır!
Kazananlar çabuk unutulur.

Şimdi de şu soruları yanıtlayın:
1 – Eğitiminize katkıda bulunan 3 öğretmeninizin adını söyleyin.
2 – Gerektiğinde yanınızda olmuş 3 dostunuzun adını söyleyin.3 – Size özel olduğunuzu hissettiren birkaç kişi düşünün.4 – Birlikte zaman geçirmek istediğiniz 5 kişinin adını söyleyin.

Yapabildiniz mi? Daha kolay, değil mi?

Yaşamınızda anlamı olan kişiler, “en iyi” olarak dereceye girmiş, en çok parası olan, en büyük ödülleri kazananlar değil…
Sizi seven, sizi gözeten, ne olursa olsun yanınızda olanlar.
Bir an düşünün.
Yaşam çok kısa!

Ya siz, hangi listedesiniz? Bilmiyor musunuz?
Dur biraz yardım edeyim.
Bir süre önce, Seattle Olimpiyatlarında, zekaca veya vücutça engelli dokuz atlet, 100 metrelik bir yarışın başlama noktasında duruyorlardı. Tabanca atıldı ve yarış başladı. Hepsi koşmuyordu, ama herkes katılmak ve kazanmak istedi. Üçlü gruplar şeklinde koşuyorlardı. Bir çocuk takıldı ve düştü, bir iki yuvarlandı ve ağlamaya başladı. Diğer sekizi onun ağladığını duydu. Yavaşlayıp arkalarına baktılar.
Durdular ve geri geldiler... Hepsi de…

Down Sendromu hastası bir kız, çocuğun yanına oturdu, sarıldı ve sordu: “Şimdi kendini daha iyi hissediyor musun?” Sonra, dokuzu birlikte omuz omuza bitiş çizgisine yürüdü.
Kalabalık ayağa kalktı ve alkışladı. Alkışlar uzun süre devam etti…

Bu olaya tanık olanlar hala bunu anlatıyor. Niçin?

Çünkü yüreğimizin derinliklerinde hepimiz biliyoruz ki, yaşamda en önemli şey kendimiz için kazanmanın ötesindedir.

Yaşamdaki en önemli şey diğerlerinin kazanmalarına yardım etmektir. Bu yavaşlayıp kendi yarışımızı değiştirmek anlamına gelse bile.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Bizim Mahalle

Bir LigTV ritüelidir abonesi olanlar bilir.Her derbi maçı öncesi haftaiçi belirli sıklıklarla haftasonu karşılaşacak iki takımın son 8 yılda yaptığı tüm maçların golleri ve maçların özetleri gösterilir. Bu haftasonu İnönü'de yapılacak derbi öncesi de her zaman olduğu gibi Galatasaray ile Beşiktaş'ın son 8 yılda ligde yaptığı 16 maçın özeti ve golleri gösteriliyor LigTV'de.

Bu güzel bir hizmet, hak yemeyelim . En azından eski yüzleri görüp anılarımızı yadediyoruz.Bir Lucescu'yu hem Galatasaray hem Beşiktaş kulübesinde görmek ilginç oluyor örneğin . Her iki kulübeden de şampiyonluk çıkarıyor Çingene(!) . Aynen dün gece bu iki takımın dışında kalan diğer İstanbul takımının stadından UEFA Kupası şampiyonluğu çıkardığı gibi. Bir tarafta Perez , Fleuirqin, Cesar Prates . Hem saçlı hem de saçsız hali ile Hasan Şaş. Top sakalının şeklini milim bile değiştirmemiş Ümit Karan hala boş kaleye gol kaçırıyor mesela o zaman olduğu gibi.

Japon İmparatoru İlhan Mansız formda günlerinde. "Only God can judge him Tümer" siyah beyaz forma ile arz-ı endam ediyor.Ahmet Yıldırım Karakartal formasına sahip olmuş , o formayı değiş tokuş ettiği son yılların en pahalı transferi Ayhan Akman ise Galatasaray forması taşıyor .

Bir ara Ali Aydın yansıyor buzlu cam üzerine . Ahmet Hassan'ın bile şaşırdığı pozisyonda penaltıyı çalıyor , o da yetmiyor 87.dakikada dalış sporu jargonu ile harika bir kapalı takla yapan Yasin Sülün'e hediyesini geciktirmeden veriyor. Bu esnada Emre Aşık'ı , Adrian Ilie'nin atacağı penaltı pozisyonunu heyecandan seyredemez bir durumda görüyoruz . Adrian Ilie'de Türkiye'de ilk Galatasaray forması giymişti ne garip değil mi ? Ali Aydın demişken aklımıza o maç sonrası astığı düdüğü de gelmiyor değil hani...Bu arada Özhan başkanı yadetmemek de olmaz .

Oyuncusu , yöneticisi , medya çalışanı , hakemi vs... Tüm bunların oluşturduğu topluluğa "Futbol ailesi" diyoruz , bir de bu aileyi kocaman zannedip gözümüzde büyütüyoruz . Esasında ufacık bir mahalledeyiz farkında değiliz . Eskilerin bir tabiri vardır , "Ayşem bende , ben Ayşem'de diye."
Futbolun Türkiye'deki durumunu çok iyi özetliyor bu cümle. Mahallenin dışına bu şartlarda çıkmanın ne kadar zor olduğunun farkına vardığımız o an , futbolun Türkiye'de de ilerlemeye başladığının farkına varılabileceği an olacaktır . Bunu bir kere denemeye gayret ettik , halen bu gayretin getirdiği miras ile geçinmeye çalışıyoruz . Yapısal değişikliklerin taban tavan - tavan taban her yönde gerçekçi olarak sahiplenilip uygulanmaya çalışıldığı an bu ülke Avrupa Futbol Şampiyonası da düzenler , yeni bir Avrupa Kupası da kazanır .

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Yeni...

Bir süredir açıkcası sayfanın şablonu ile ilgili kararsızlığın doruklarında geziniyordum . Sebepse şu ki , eski şablonda iken sürekli olarak yorum yazılamadığı ile ilgili şikayetlerini bildiriyordu bir arkadaşım. Doğru dürüst bir şablon bulabilsem şu sağ üstte olması gereken NavBar'ı görüntüleyemiyordum , NavBar olsa Hızlı Edit tuşu olmuyordu . O tuşu koda eklemeye çalışsam başka bir yerleri bozuyordum.

Sözün özü , tüm sayfanın yeni yüzü şekilde görüldüğü gibi . Defalarca test ettim , bu sefer yorum yazılabiliyor hoş ben eski şablonda da yorum yazabiliyordum . Umarım bu şablon nihai olur :)

17 Mayıs 2009 Pazar

Birileri...

"O gol kurtarıldıysa birileri bizim o kupayı kazanmamızı istiyordu..."
9 yıl oldu.Kutlu olsun...

12 Mayıs 2009 Salı

Nostalji:En iyi kel Hakem!

Hakemlik zor meslek . Hele ki futbol oyununun futboldan öte anlamlar içerdiği,kanı kaynayan taraftarların bolca bulunduğu İtalya gibi ülkelerde.

"100 kişiye sorduk , bize İtalyan bir futbol hakemi söyleyin" sorusuna 98 kişinin ve yine "100 kişiye sorduk , bize kel bir futbol hakemi söyleyin " sorusuna ise 99 kişinin ismini söyleyebileceği biri o .

Pierluigi Collina.

Ünü bu zor mesleğin en zor şartlarda yerine getirildiği ülkelerden biri olan İtalya sınırlarını aşmış , dünya çapına ulaşmış bir hakem emeklisi.

Türk futbolseverlerin kendisine büyük sempati beslediği ,belki de uluslararası kariyerine Türk Ordu milli takımı maçı yöneterek başlamasından mıdır bilinmez , bizlere her zaman uğur getirmiş bir hakemdi Collina . Hafızam beni yanıltmıyorsa eğer yönettiği karşılaşmalarda Türk takımlarının rakiplerine karşı mağlubiyeti yoktu .Hatta 0-2 'den Real Madrid'e karşı gerçekleşmiş bir geri dönüş hikayesininde de karşılaşmayı o yönetmişti. Üst düzeyde hakemlik yetenekleri sebebi ile haklı olarak Dünya Kupası finali , Şampiyonlar Ligi finali ve UEFA Kupası finali gibi zirve karşılaşmalarda görev aldı.Karizması ve medyatik tavrı sponsorlarında dikkatinden kaçmadı.Hatta sponsor firmaların bu ilgisi meslek hayatının sonlanmasına da sebep olmuştu. AC Milan'ın bir dönem forma reklamı olan bir otomotiv markası ile yapmış olduğu reklam anlaşması , İtalyan bir takımın formasına reklamveren bir firma ile İtalyan bir hakemin ticari bir anlaşma yapmasına karşı çıkan İtalya Futbol federasyonu ile Collina'nın arasının açılmasına sebep olmuş , bu zıtlaşma ise sempatik ve patlak gözlü kel hakemin hakemlik mesleğini bırakma kararı alması ile son bulmuştu.

O'ndan beri yeşil sahalarda hakemlikte başarılı ve aynı zamanda saçı olmayan bir kişiyi pek göremedik . Hele hele geçen hafta Stanford Bridge'deki saçsız hakem aklımıza geldiğinde, Collina'ya olan özlem bir o kadar daha artıyor ...

İmparator mu , Çavuş mu ?

“Bu kitap belki Fatih Terim ve onu koşulsuz sevenlerin hoşuna gitmeyebilir ama özgür basından söz ediyor ve basının özgür olmasını kabullendiğimizi söylüyorsak, bir gazetecinin yazdıklarına hoşgörüyle yaklaşmanın yollarını bulmak zorundayız”

´´Fatih Terim İmparator mu , Çavuş mu ? `` kitabının yazarı Metin Tükenmez böyle diyor .

Türk futbol tarihinin son 15 yılına tartışmasız damgasını vuran tek teknik direktördür Fatih Terim. 1996 yılında Türk milli takımı ile ilk Avrupa Şampiyonası finallerine katılma hakkı kazanılması , bu turnuva sonrası göreve başladığı Galatasaray futbol takımı ile birlikte 4 kez üst üste Lig Şampiyonluğu ve nihayetinde 2000 yılında gelen UEFA kupası zaferi .

Galatasaray macerası sonrası İtalya'ya doğru evrilen kariyer seyahatinde Fiorentina'nın başında yaşadıkları ve belki de bireysel kariyerinin kulüp takımları bazında zirvesi olan AC Milan teknik direktörlüğü apoleti.

"Gönüllerdeki teknik direktör" söylemi ile ikinci kez okunan Galatasaray kitabı ve bu sefer mutsuz son . İkinci kez okunan başka bir hikaye kitabı olan Milli Takımlar Teknik Sorumluluğu'n da ise yine mutlu son beklemiyor bizileri. Sonucun ne olacağını kesin olarak önümüzdeki aylarda göreceğiz.

Herşeye rağmen ; seveni sevmeyeni , nefret edeni etmeyeni , Türk futbol camiasına görev yaptığı her alanda ``oyuncu , yardımcı antrenör , teknik direktör´´ her zaman tartışılan isim olmayı başarmış Fatih Terim'in bu yeni kitaptan hoşlanmayacağını yazarının bizzat kendisi de söylüyor. Kitabı henüz okumadım fakat Ahmet Çakır imzalı "O bir İmparator" hocanın nasıl hoşuna gittiyse , bu kitabında o derece hoşuna gitmeyeceği açık.

Kişinin kazandığı başarılar ne denli büyük ve çarpıcı ise , hakkında yazılanlar da bir o kadar güzel oluyor sanırım.

2000 UEFA Kupası zaferi ; O Bir İmparator ( Yayın yılı 2000 )

Henüz kesinleşmese de , tehlikede olan 2010 Dünya Kupası elemeleri macerası ; Fatih Terim İmparator mu , Çavuş mu ? ( Yayın yılı 2009 )

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Sevgili Dostum....

Hayat dediğin başı sonu belli bir yol ise eğer , bu yolu adımlarken yaşadıklarının veya yaşayacaklarının tek sorumlusunun sen olmadığı durumlar vardır.İşte zor olanı senin etkinin az olduğu ya da hiç olmadığı bu durumların yarattığı zorluklar ile başedebilmektir.

Doğduğun ülke sebebi ile sahip olduğun cinsiyetin zerre kadar önemi olmadığı bir durum düşün . Elinden ne gelir ? Ya da bir düşün , monarşi ile yönetilen bir ülkede,ülkenin kraliyet ailesinin yıllardır beklediği erkek çocuk olarak dünyaya gelmiş olsan nasıl bir hayat yaşaman beklenir senden? Asil bir soyadın olacaksa objektiflerden kaçman ne denli mümkün olabilir ki?

Örnekler abartılı biliyorum,ama futbol ailesine ait iki kulüpten istenen veya ``onların yapmak istediği daha henüz tam belli değil´´ durumun da ancak böyle abartılı örnekler ile desteklendiğinde anlaşılabileceğini düşünüyorum .

Evet, öğrendik ki 19 Mayıs 2009 günü Galatasaray ve Fenerbahçe Futbol takımları İnönü stadında bir dostluk maçı yapacaklarmış.Bu maçın oynanması yönünde takımlara talepte bulunan ise geçmişinde Trabzonspor başkanlığı kartviziti de olan spordan sorumlu devlet bakanı.

Maçın oynanması talebinin her iki kulüp yönetimleri tarafından da kabul gördüğünü düşünürsek eğer bu iki kulübe bir şekilde gönül bağı olan herkesin hayatında kendi sorumlusu olmadığı bir gün yaşayacağını söyleyebiliriz.Belki inanmayacaksınız ama Suudi Arabistan'da kadın olmak veya Prens William olmak kadar zor bir gün olacak Sarı Kırmızı taraftarlar için . Bu kadar genelde konuşmayayım , benim için zerre önemi olmayacak bir maç olacaktır önümüzdeki Salı günkü karşılaşma."Fenerbahçe ile dostluk maçı" kavramı inanın yazması bile garip ve bir o kadar da naylon bir ifade ki...

Başta da dedik ya, yaşadığın ve yaşayacaklarının sorumlusunun sen olmadığı durumlarda yaşayacağın zorluklar ile başedebilmektir zor olan.Daha da bir zor olanı , zor durumlara zorlanmaktır.Bu zorlama,hele ki dostluk karşılaşması etiketi ile sunulmaya çalışıldığında iyice bayağılaşıyor.Suratlardaki yapmacık bir gülümseme ile geçiştirilemeyecek bir 19 Mayıs günü olacak . Bu maç keşke TSYD maçı olsaydı da , adına "Dostluk maçı " denmeseydi . Zira kimin dost olup kimin olmadığı tarihin sayfalarında yazıyor.

8 Mayıs 2009 Cuma

Hepimiz Katalan'ız ! Hepimiz Futbolseveriz!

6 Mayıs Çarşamba akşamı saat 23:30 suları. Barcelona'da bir kafeden alınma bir kare görüntü.Televizyon ekranında Guardiola var. Katalan bir genç ise iki eli havada kutlama yapıyor. Resimde yalnız olduğu gözüküyor , sizce de öyle mi ?

Bence değil . O vakit , Iniesta'nın vurduğu top Chech'in koruduğu kalenin içine girdiğinde dünyanın farklı coğrafyalarında farklı ırklardan milyonlarca futbolseverin hep birlikte sevindiği bir an olarak tarihe geçecektir diye düşünüyorum.

Neydi peki böyle bir sevinci bu denli ortak yaşatan duygu ? Hepimizin Katalan olması değil , hatta büyük ihtimalle bizler kadar sevinmeyen Katalan'lar bile vardır eminim. Sonuçta insan Katalan dahi olsa futbolu sevmek zorunda değil hani...

Evet,mevzu bahis futboldu bence.

Biz , futbolu çok sevdiğimiz için bu kadar sevindik. Topa sahip olanı , topa sahip olsa dahi onu nasıl ve ne şekilde kullanacağını bileni , topu , kemanının yayına sevgilisinin yüzüne dokunur gibi dokunarak enstrümanını çalan bir virtüöz ustalığında rakip sahaya , şut atılacak bölgelere taşımayı en iyi bilenin yanında olduğumuz için sevindik.

Her ne kadar Puyol ve Marquez gibi temel taşlarından yoksun da olsa savunmada derinlik anlayışı olan takımın tarafında olmamız gerektiğine inandığımız için bu kadar sevindik.

Henry yoksa dahi sızma,nüfuz etme,geniş alanlara yayılma gibi hücum etkinliklerini Hiddink'in takımı karşısında yapma gayretini görebildiğimiz için sevindik.

Hücum ettiği anlarda savunmasında boş alan bıraksa dahi rakip atakları karşılarken savunmada toparlanmak amacı ile oyalama ve vakit geçirme gibi zayıflıklara sığınmayı aklının ucundan bile geçirmeyenlerin tarafında olduğumuz için sevindik.

Galatasaray'lılar olarak Guardiola'da Bülent Korkmaz'ı , Laporta'da Adnan Polat'ı, Messi 'de Arda'yı gördüğümüz , Iniesta topa vurduğunda Hasan Kabze'yi hatırladığımız için bu kadar sevindik .

Üstünde Sarı Kırmızı veya Kırmızı Beyaz bir forma olmayan bir takımın golüne ilk defa bu denli sevindik . Hatta Gooool diye haykırdık.Aynı o kafedeki Katalan genç gibi . O da biz de futbolu seviyoruz .O kadar ortak noktamız olsun artık ...

Koşun! Sürüye kurt saldırdı!

Spor medyasında çalışan ve haber metinlerini yazan arkadaşların en azından iletişim fakültesinde öğretilmiş 5N1K kuralına göre haber yapmalarının ve sunmalarının doğru olacağını düşünürüm hep. Bu kurala uyan var mı derseniz ? . Yok . Spor medyasında ne yazık ki yok .

Bugün Flaş haber olarak bir çok internet portalında duyuruldu ki , Hasan Şaş ve Ümit Karan kadro dışı bırakıldılar.Haberde sadece Ne ve Kim ? sorusuna yanıt alabiliyoruz ki zaten en basit bir Türkçe cümle kurabilmeniz için en azından gerekli olanlar bunlar. Tabi bu haber üzerine, servis sağlayan gazetelerin web sayfalarını açtıklarında sürmanşette Flaş uyarısı ile karşılaşan ziyaretçilerin Tık Tık larını da düşünmek gerekiyor.Zira ilgi çekmekte önemli.

Bir süre sonra yapılan bir resmi açıklama ile öğreniyoruz ki , iki sporcununda kadro dışı kalması gibi bir tasarruf olmamış.Anlaşılan her iki oyuncu sadece maç kadrosuna dahil edilmemiş ve Kayseri'ye götürülmemiş . Tam da Galatasaray Spor Kulübü'nün içinde bulunduğu kaotik ortamda bu haberi kaotik ortamı alevlendirecek şekilde sunmaya çalışan medyamıza kabahat bulsak bir dert , bulmasak ayrı bir dert .

Basit bir benzetme ile konuyu kapatalım . 1 Ocak 2009 tarihinden beri Galatasaray Spor Kulübü resmi internet sitesinde Futbol A.Ş tarafından 8 kez , yönetim kurulu tarafından ise 9 kez olmak üzere basında çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığı ile ilgili toplam 17 adet "Zorunlu Açıklama" yayınlanmış. Tüm bunlara rağmen değişen hiçbir şey olmadığını gördüğümde ise aklıma hep yalancı çoban hikayesi geliyor. Bizler o hikayedekiler gibi yapmayıp , kahvede oturmaya devam etmemize rağmen her bağırıldığında dışarı koşarsak eğer daha çok "Zorunlu Açıklama" okuruz.

Koşun , koşun ! Sürüye kurt saldırdı !

7 Mayıs 2009 Perşembe

İlk Görüntülenen Maç

İnternet'te gezinirken bir habere rastladım .Geçtiğimiz Nisan ayının 3'ü , tarihte görüntülenen ilk maç olduğu düşünülen Galler -İrlanda maçınının 103.yıldönümüne denk geliyormuş.

3 Nisan 1906 tarihinde oynanan ve 4-4 berabere biten karşılaşmayı 5-6 bin kişinin izlediği tahmin ediliyormuş . Maç ile ilgili yaklaşık 2 dakika süren görüntüleri ise İngiliz yönetmenler Sagar Mitchell ve James Kenyon çekmiş .


Görüntülerin yer aldığı kayıt Galler Ulusal arşivinde bulunuyor.Maçla ilgili en gülümseten olay ise maçın oynandığı topun henüz ilk yarı bitmeden patlaması imiş.

Bu bilgilerden sonra ülkemizdeki ilk maç görüntüsünün hangi yıl çekildiğini öğrenmek istedim fakat bir sonuç elde edemedim.Kutsal arama motorunda "ilk maç görüntüsü" diye yazdığınızda çokta bir sonuç çıkmıyor."İlk yayın" diye aratırsanız ise eğer 1934 yılında gerçekleşmiş ilk radyo yayınının bilgileri geliyor . İlk demişken , "İlk" ler ve "En"ler konusunda oldukça hassas olan bir spor kulübümüzün ilk radyo yayınının yapıldığı karşılaşmanın taraflarından biri olduğunu öğrendiğimde ise şaşırmadım desem yeridir. Upuzun "ilk'ler ve "en'ler" listelerine bir madde daha ilave edilebilir. Vatana millete hayırlı olsun.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Ulu Manitu!

İlkel toplumlarda topluluğun ondan türediği sanılan ve kutsal sayılan hayvan, ağaç, rüzgâr vb. herhangi bir doğal nesne, ongun.


Yukarıdaki açıklama Türk Dil Kurumu'nun resmi sitesinden totem kelimesinin anlamı.

Çoğu futbolseverin iyi kötü kendince uyguladığı , çoğu birbirine benzeyen , kimi zaman ise hiç aklınıza bile gelemeyecek kadar ilginç olabilen totemleri vardır . "Benim totemim yoktur." diyen yalan söylüyordur desem çok mu iddialı olur acaba ? Sanıyorum olmaz.

İlginçtir ki toteme hep kötü zamanda ihtiyaç duyarız. Hangimiz takımımız 5-0 önde iken yanımızda duran kişi ile koltuk değiştirir ki ? ( burada üzerine bastığımız koltuğu değitirmekten bahsediyorum , fiziki olarak ayaktayız pek tabi .) Veyahut benim gibi 1-2 karşılaşmada zorunlu ihtiyaçlar için WC'ye gittiğinizde gol kaydına muvaffak olmuş bir takımın taraftarı iseniz , 0-0 giden bir maçta ihtiyaç duymadığınız anda bile sizi oraya gitmeye zorlayan arkadaşlarınız dahi olabilir.Hatta zorlamaya gerek yok , kendi isteğiniz ile bile gidersiniz mekanı ziyarete.

Sanıyorum Pazar gününden sonra Mustafa Denizli Hoca'nın da artık bir totemi olacak . Baksanıza bugün gazetelere verdiği röportajda Pazar günkü mağlubiyetin faturasını , takımın Ümraniye'den İnönü stadına güvenliğin daha rahat sağlanması amacı ile farklı bir güzergahtan gitmesini talep eden İstanbul emniyetine çıkarmış . Her zamanki rotadan saptıkları için tutuldu herhalde Beşiktaş'ın gol ayakları.Bundan sonra takip edelim , Beşiktaş Futbol Takımı otobüsü bir daha asla arka yoldan gelmeyecektir , demedi demeyin.

İlk paragraftaki açıklamada da belirtilmiş . İlkel toplumlara özgü bir kavram totem yapmak . Milenyum çağının neredeyse 10.yılını kutladığımız şu günlerde gelinde futbolseverlere anlatın bakalım bu olayın ilkelliğini...

Ben Mustafa Hoca'yı da anlıyorum ,diğer totemci tüm taraftarları da. Zira neredeyse her futbolsever gibi bende iflah olmaz bir totemkarım. Ne yapayım ...

5 Mayıs 2009 Salı

Öteki Galatasaray

Galatasaray Spor Kulübü derneği kulislerinde hareketli günler yaşandığını görüyoruz , okuyoruz ve biliyoruz . Başarı kıstasının kulübün 1 numaralı kurucu üyesinin belirttiği şekilde " Türk olmayan takımları yenmek " olarak değerlendirildiği ve bu değerlendirme üzerinde görece bir sonuç çıkarmak gibi bir zorlama yapılmadığı takdirde üzerinde kurulduğu imparatorluk dönemi de dahil olmak üzere Türkiye Cumhuriyetinin tarihindeki en başarılı spor kulübü olduğu gerçeğinin yadsınamayacağı bir topluluk olan Galatasaray Spor Kulübü derneği üyeleri , Galatasaray Spor Kulübü taraftarları ve sporcuları camia olarak topyekün , 1 numaralı kurucuları olan Ali Sami Bey'in" Türk olmayan takımları yenmek " amacına artık tam bir yerel zihniyet ile ulaşmaya çalışıyorlar. Yerel zihniyet ile ne anlatmak istediğime ilerleyen bölümde değineceğim.

Benim hafızamın yettiği Galatasaray tarihinde kendi açımdan çok önemli köşebaşları olduğunu düşünüyorum . Misal bir 14 sene sonra gelen şampiyonluk , Neauchatel Xamax karşısında alınan 5-0 'lık galibiyet , Monaco zaferi , Şampiyon Kulüpler Kupasında yarı final oynama başarısı , bunların hepsi benim yaşadığım , benim gibi belki bir çok sporseverin Sarı ve Kırmızı renklere sevdalanmasına vesile olan sportif başarıların yaşandığı güzel günlerdi .Yaşı biraz 50'lere yakın veya 50'nin üstü olan , tribün tabiri ile dinazorların da anılarının Metin Oktay'lar ile , belki tribünde Karıncaezmez'in arkasında maç seyrederek , Brian Birch'ün yumruk şovları ile geçtiğini düşünürsek eğer , biz kendi halimizde gerçekten " Öteki " olarak nitelendirilebilecek güzel bir topluluktuk.

Birçokları , özellikle yerel rakiplerimiz bu ötekiliği kulübün içinde doğduğu kurum olan Galatasaray Lisesi üzerinden değerlendirip olumsuz anlamlar yüklemeye bayılırlardı ki birçoğu halen öyle yapar.Onlara göre Frankafon, Jakoben,Burjuva bir topluluktur Galatasaray camiası . Fakat üzerine yapıştırılmak istenen bu etiketler hiç bir zaman rahatsız etmemiştir Galatasaray'lıları , zira kişiyi en iyi bilen kendisidir ve rakiplerin kendisine taktığı aşağılayıcı lakapların dışında kendince "öteki" olmayı her zaman başarabilmiştır onlar.

Şimdi önemli soruyu sormanın vaktidir ;

Nedir ``Öteki´´ ?

Öteki olmak ilk'lerin takımı olmaktır . Bir noktada Türk spor tarihinin yegane tarih yazıcısı olmayı başarmıştır Galatasaray. 14 sene şampiyon da olamamıştır , Avrupa'nın en iyi 4 takımı arasına da girebilmiştir. Son haftada zar zor kümede kalmayı da başarmıştır , UEFA kupası ve Süper Kupa da kazanmıştır. Futbol dışı branşlarda küme düştüğü takımının Avrupa kupası kazanmayı başardığı , yine Engelli Basketbol şubesinin Kıtalararası şampiyon olmayı becerebildiği öteki bir Galatasaray'dır bizimkisi. Diğerlerinden farklıdır , ötekidir.

Dedik ya herkesin Sarı Kırmızı sevdaya tutulduğu , hafızalarının bir köşesinde hiç unutamayacağı tarihler vardır . Öteki Galatasaray'ın , Galatasaray özelinde hayat bulmaya başladığı günler ise 17 Mayıs 2000 ve 23 Mart 2002 tarihidir. Bu tarihlerde kazanılan UEFA kupası ve 2 yıl sonra yapılan genel kurul sonrası göreve gelen zihniyet Galatasaray'ın "öteki" kavramını rakiplerinin dilinden almış , bizzat Galatasaray unsurlarının kullanımına açmıştır . Bu tarih bir milattır. Bu tarihin can bulduğu ve halen varlığını sürdürdüğü 7 yıllık süre içerisinde Galatasaray kendi içerisinde ötekileşmiştir.

Artık Liseli'ler ve Alaylılar vardır.Bu ayrımın mucidi ise Lisecilerdir.
Liseciler için Liseliler ve Alaylılar ötekidir . Alaylılar için ise Liseciler.

A grubu , B grubu , C grubu , D grubu , E grubu , F grubu üye adayları vardır.

Sporcular ötekileşmiştir. Abiler bir yanda , yabancılar bir yanda . Çok para alan yabancılar diğer yanda , deplasmana gitmeyen ötekiler beri yanda .

17 Mayıs 2000 tarihinden beri tribünler ötekileşmiştir.Ne yazık ki ötekileşmiştir.Tamamen sportif başarı odaklı , birinin ıslıkladığını diğerinin alkışladığı , diğerinin alkışladığını ötekisinin ıslıkladığı bir tribün vardır artık.

Girişte de belirtmiştim , 7 yıldır Galatasaray'da artık tam anlamı ile yerel bir zihniyet hüküm sürmektedir. "Galatasaray Türkiye'dir" denildiğinde doğru söylenmiştir. Rakipleri tarafından içten içe "Öteki" olarak nitelendirilmenin ayrıcalığını , ülkemizdeki benzerlerinde de görüldüğü gibi kendi içerisinde ötekileşerek ve kutuplaşarak yok etmeyi becerebilmiştir Galatasaray.

Zamanında fark yaratması ile ünlü camianın rakiplerinden farkı kalmamıştır.Bütün unsurları ile kamplaşan birbirine karşı ötekileşen bu organizmanın kurtuluşu da mümkün değildir.

Rest in Peace "17 Mayıs 2000" & "23 Mart 2002"

3 Mayıs 2009 Pazar

Yenilsen de yensen de (mi) ?

"Yenilsen de yensen de taraftarın seninle , üzüntünde sevincinde seninle birlikte..."

Kötü sonuçlar arkasından mesela yerel bir derbi maçı mağlubiyeti veya uluslararası bir maceranın sonlandığı bir karşılaşmanın ardından takım sahaya ısınmak için çıktığında tribünlerden duyulan ilk tezahürat bu olur . Hesapta "Yenilsen de yensen de,üzüntünde sevincinde seninle birlikteyim" mesajı verirsin taraftar olarak . Verilen mesaj ne kadar doğru ise mesajın uygulanmasında ortaya çıkan görüntü bir o kadar verilen mesaj ile tezatlık gösterir.Kötü bir pas , hatalı bir oyuncu değişikliği , boş kaleye atılamayan bir gol ve işte o an "en büyük sen olursun,futbolcular ise sahtekar". O zaman havaalanı çıkışında futbolcunun kafasına cep telefonu ile vurabilir,tesis kapısında arabasında olan futbolcuyu sıkıştırabilir , takım otobüsünü takip edebilir , hatta otobüse dizüstü bilgisayar bile fırlatabilirsin!


Takımı protesto etmenin naif örnekleri de yok değil hani.Sebebinin ne olduğu henüz bilinmese de `hatta belki protesto bile olmayabilir´ ayakkabılarını çıkarıp havaya kaldıran Bolton Wanderers taraftarlarının dün oynanan Wigan maçından ekranlara yansıyan görüntüleri iki gece önce Atatürk Havalimanı iç hatlar çıkışında yaşananlar ile kıyaslandığında az da olsa tebessüm etmemizi sağlıyor.Eğer protesto yapılacaksa bu örneğinde beyaz mendil sallamak veya sahaya sırtını dönmek gibi benzerlerinin arasında yer alması gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca protestonun hiç bir çeşidinin kaba kuvvet ile gösterilmemesi gerektiğini hep düşündüm ve daima da düşüneceğim.

İnsanoğlu hayatta hep tutarlı olabilmenin mücadelesini vermeli.Gerçek taraftar olmakta tutarlı olabilmeyi başarmak ile doğru orantılı."Yenilsen de yensen de seninle birlikteyim"mesajı sadece ağızdan çıkan bir söz öbeği olarak değil , bilakis benzer yönde hal,tutum ve davranış ile desteklendiği takdirde anlam kazanıyor .Ya böyle bağırmayacağız ya da bağırdığımız gibi davranmayı bileceğiz. Biz kolay olanı yapıyoruz , sözlerimizin arkasında dur(a)mıyoruz.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Düştüğü Yerden Kalkmayı Bilmek!

Futbolun tek kanallı olduğu günlerden kalan ekran hatıralarımın en sempati duyduğum takımlarından biriydi Malatyaspor . Forma renginin güzelliği bu sempatide ilk etkendi pek tabi.Birde Figurine Panini futbol albümlerinin 1986 Mexico Dünya Kupası için hazırlanmış olanının en zor bulduğum futbolcu etiketi olan , etiketi bulduğumdaki sevincimi hala bugün gibi hatırladığım kabarık kıvırcık saçlı Brezilya kalecisinin Malatyaspor formasını giymesi ile bu takıma olan sempatimde tavan yapmıştı.

Hangi futbolsever Carlos,Serginho ve Eder'i o tarihlerde canlı canlı seyrettiği için kendini mutlu saymamıştır ki? Transferin gerçekleşmesini sağlayan paranın kaynağı çok speküle edilmiş olsa dahi dünya yıldızı diyebileceğimiz sporcuları Doğu Anadolu'ya getirmeyi düşünecek vizyonu o tarihlerde gösteren bir Malatyaspor vardı .Formasını Türk futbolunun önde gelen sporcuları da giydi.

Malatyaspor bugün Kartalspor karşısında aldığı mağlubiyet ile Bank Asya Ligine veda etmiş.2002-2003 sezonunda UEFA kupası maçı oynamış bir takımın 6 yıl içerisinde 2.Lig'e düşmesi üzücü.Camiaları oluşturan unsurların bir araya gelemediği ve tek vücut olamadığı durumlarda spor kulüplerinin ayakta kalmasıda zor oluyor.Göztepe örneğinden sonra Malatyaspor da bu talihsiz durumla yüzyüze geldi . En kısa sürede şehir ve camia olarak bütünleşmeyi sağlayıp eski şaşalı günlerindeki gibi Doğu Anadolu'nun Türk futbolundaki öncü kulüplerinden biri olma misyonlarını devam ettirmelerini diliyorum.