30 Nisan 2009 Perşembe

Futbol biraz hayata benzer!

Futbol aslında hayata çok benzer derler ya , doğrudur. Hayatın içerisinde olan tüm zıtlıklar gibi futbolun içerisinde de zıtlar ve karşı kutuplar vardır . Gece ve gündüz , siyah ve beyaz , iyi ve kötü . Hep karşıt kutupların hayatta karşımıza çıkarttığı kavramlardır bunlar .

Gece'ye ulaşmanın en güzel tarafı birazdan sabah olacağını bilmek değil midir?

Siyah ile beyaz'ın zıtlığından ziyade birlikteliğinden yeni bir rengin doğacağını bilmektir güzel olan .

İyi şeyleri gördükçe , kötülere karşı direnme gücümüz artmaz mı ?

Bir kez daha tekrarlayalım , futbol hayata çok benzer. Hatta abartalım biraz, futbol hayatın ta kendisidir. Hayatın içerisinde ne varsa futbolda da vardır .

İyi futbol da vardır , kötü futbolda .

Gece maçını mı seversiniz , yoksa gündüz maçını mı ? Ben mesela gündüz oynanan maçları özlüyorum.

Siyah ve beyaz sadece forma rengi değildir futbol için . Rakip olmanın , rekabeti adil bir şekilde ve ahlak kurallarına bağlı olarak yürütmenin de ifadesidir aslında.Beyaz rengi kirletmemenin mücadelesidir.

Rakip olmak dedik ya, hayatın ta kendisi olan futboldaki zıtların birbirlerine yaptıkları tanımdır rakip olmak . Rakip olmanın salt bir müsabaka sonunda alınacak 3 puanı hedeflemenin dışında çok özel yanları da vardır . Futbolun içindeki olmazsa olmaz ezeli rekabetler gibi.

Boca-River, Real Madrid-Bercelona , Celtic-Rangers , Kızılyıldız-Partizan , 'biraz yerelimize teğet geçelim ' Galatasaray - Fenerbahçe rekabeti böyledir.Hayattaki dengeyi zıtlıkların sağladığı gibi futbolun güzelliğini de bu özel rekabetler sağlar.

İki gün sonra oynanacak El-Classico'yu hangimiz büyük bir heyecan ile beklemiyoruz ?

Hangimiz Galatasaray - Fenerbahçe maçlarının oynanacağı haftayı başka dünyevi işler ile geçirebiliyoruz ?

River Plate'siz bir Boca düşünülebilir mi ? Old Firm derbisi olmasa İskoçya Ligi ne ifade eder ?

Bu soruları arttırabilirsiniz. Futbolsever olarak cevapları bildiğiniz soruları sormak sizi eğer yormuyor ise tabi... Bir üst paragrafta sadece tek bir özel rekabet için soru sormadık. O soruyu da son cümleye sakladım . Dün ajanslara düşen "Kızılyıldız iflas bayrağını çekti" haberlerine en çok üzülen taraftarların hangi takım taraftarı olduğunu düşünürsünüz ?

Ben biraz futbolu seviyorsam eğer , Partizan taraftarlarıdır diyorum...

29 Nisan 2009 Çarşamba

Bayern Üzerinden Bir İstikrar Analizi Denemesi

Futbol sezonu yavaş yavaş nihayete eriyor . Her sezon sonu olduğu gibi başarı hanesi dolu takımların gerisinde kalanlar yaşayacakları sıkıntı ile yüzyüze gelmek üzereler . Futbolda artık salt kupa ve şampiyonluğun bir anlam ifade ettiği , başarı kavramının Alaattin'in sihirli lambasını her okşadığında kucaklarında olacağını düşünen spor kulübü yönetenleri ve camiaları için bu sezonda çıktıkları yolun sonuna gelindi.Şimdi herkes şapkalarını tekrar önlerine koyacak ve önümüzdeki yılın sözde yapılanması için çalışmalara başlayacak . Üstüste koyması gerektiği tuğlaları hep yana yana dizen bu yönetenler ile düzgün ve yüksek bir bina inşa etmenin ne kadar olanaksız olduğu ortada iken , kurban ve asılacak insanın kimliği hiç bir zaman değişmeyecek .

Teknik sorumlular.

Teknik sorumlu öğüten zihniyetin sadece bizde , yani Türk spor kamuoyundaki yönetenlerde olduğunu sanmayın sakın . Yöneticisi , taraftarı , medya mensubu , futbolcusu ve hakemi . İsimler veya pasaportların renkleri ile üzerinde yazan ülke isimleri değişse de zihniyet değişmiyor .Ülkemizde Michael Skibbe'nin , Ersun Yanal'ın , ne yazık ki sezon sonunda çok yüksek ihtimal ile Bülent Korkmaz'ın, Nurullah Sağlam'ın başına ne geldiyse ve gelecekse , benzer zihniyetteki yöneticilere sahip meslektaşları da aynı benzer son ile karşı karşıya kalıyorlar. En güzel güncel örnek ise Jurgen Klinsmann .

Klinsmann görevinden 2 gün önce ayrılmak zorunda kaldı.Ersun Yanal ile aynı kaderi aynı gün yaşadılar . Şimdi anlı şanlı Bayern Münih yöneticileri kafa kafaya vermişler ve gelecek sezon takımı kimin çalıştıracağını belirlemeye çalışıyorlar. Sammer&Kahn birlikteliği bir alternatif . Frank Rijkaard'a da teklif götürülebilineceği , Franck Ribery'inin ise sezon sonu Marsilya'dan ayrılacağını açıklayan Erik Gerets'in ismini tavsiye ettiği yazılıyor Alman medyasında . İstikrar kavramına bir o kadar uzak olan Bavyera'lılar dönüp geçmişlerine de bakmıyorlar.Son 10 yılda kazanılan 7 Lig şampiyonluğunun sadece 2 hoca ile gelmesi bile istikrarın önemine bir işaret değil mi ? İngiltere'nin ve belki de dünyanın en önde 2 takımı olan Arsenal ve Manchester United'ı onyıllardır aynı insanların çalıştırıyor olması spor kulübü yöneticilerine hiç mi bir şey ifade etmiyor ?

Yık ve baştan yap anlayışının sporda kalıcı başarı getiremeyeceğini ne zaman anlayacağız ?


28 Nisan 2009 Salı

Leonardo Franco

Atletik bir kaleci bir sonraki proje arıyor amacı sonra Leo Franco ve kulüp rojiblanco yenilenmesi ve bu teklifi reddetmek için resmen önümüzdeki üç sezondur Galatasaray taahhüt etti karar verdi. MD, Arjantin, geçen hafta bir ekonomik anlaşma sonra Türkçe makama olan bağlılığını kapanmış berbat kapıcıya olarak da bilinir. Galatasaray teklifini daha fazla Leo Franco tartma sonra onun beşinci kariyer çalmak için sorun karşısında kabul Öneri o Atletico masaya koymak vardı (iki yıl sezon başı fazla bir milyon avro) ve daha yüksek olduğunu Istanbul.


Yukarıdaki zor anlaşılır yazı bana ait değil . Bugün İspanyol El Mundo Deportivo gazetesinde çıkan haberin ( buyrun linki ) Google translator'da çevirilmiş hali . İyi kötü anlaşılıyor ki Galatasaray yeni sezonda kaleci transferi konusunda Atletico Madrid'in Arjantin'li file bekçisi Leo Franco'yu da alternatifler arasında düşünüyor.
Leo Franco, La Liga'da bu sezon ilk 7 hafta sadece 1 kere forma giyebildikten sonra , Atletico Madrid kalesini sonraki 26 karşılaşmada da korumuş . Toplam 27 maçta forma giymiş ve kalesinde 44 adet gol görmüş .

Kendisinin Galatasaray yönetimi tarafında kaleci transferinde düşünülüyor olmasının en önemli sebebinin bu sezon sonunda serbest kalacak olması olduğunu düşünüyorum . Bonservis problemi olan De Sanctis yerine düşünülmesi doğal , ama takıma iyi kötü alışan De Sanctis yerine kalecilik yetenekleri olarak bir kıyaslama yaptığınızda iyi bir tercih mi olur , burası soru işareti ...

Edilgen Spor Medyası

Çok ama çok tekrarlanır oldu bu tarz haberler . Günümüz spor medyasında tiraj arttırmak ve ilgi çekmek için reyting haberciliğinin yanına bir de bu eklendi .

Edilgen habercilik.

Hani reyting haberciliğine alışkınız . Şimdi sezon bitiyor , transfer dönemi geliyor . Her gün gazetelerde boy boy transfer haberleri olacak . Yeri gelecek anlı şanlı Avrupa kulüplerinin kamplarına gitmiş gibi fotoşop tekniği ile muhabirlerin kafalar yabancı meslektaşlarının kafalarının yerine oturtulacak ve süper yıldızların ağzından dökülen cümleler manşetleri süsleyecek .

Adriano : Fener'e imzaya geliyorum!
( yalnız hak yemeyelim yukarıdaki resimde de gözüken R.Carlos'u en sonunda Fenerbahçe'ye getirttiler. )
Teves : Gönlüm Beşiktaş'ta!
Forlan Mecidiyeköy yolunda!

Buna alıştık dedik ya , başımıza bir de edilgen habercilik çıktı. Bunun en bomba örneği Lig TV Ana haber bülteni . Bir akşam saat 19:00 'da dikkat buyurun ve lütfen o bültende okunan haber metinlerine iyice bir kulak kabartın. Bir örnek mesela ;

"Lincoln ile özel olarak görüşen Adnan Polat'ın , Lincoln'e kendisine çok güvendiğini söylediği ifade edildi."

Kim etti , kime dedi , sen nereden duydun ???

Öznesi bile belli değil bu haberin , gerçekten bu tip haberlere sporseverlerin inandığını mı sanıyor anlı şanlı basın mensuplarımız ve onları yönetenler ?

Bugünde maraton.com.tr 'de bir özel haber çıkmış . Habere bakın ;

"Bu gelişmeler üzerine son günlerde Aragones'in sezon sonu gönderileceği ve yerine Milli takımlar teknik direktörü Fatih Terim'in getirilebileceği iddia ediliyor. Geçen sezonda da Fatih Terim'in Fenerbahçe ile adı sık sık anılmıştı. Fakat Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım'ın yakın çevresine konu ile ilgili olarak "Ben bu kulüpte olduğum sürece Fatih Terim bu kapıdan içeri giremez" dediği öğrenildi. "

Haberi yapan arkadaş ya metinde belirttiği gibi Aziz Yıldırım'ın yakın çevresinden biri , ya da yakın çevresinden birini tanıyor . Hayır yakın çevre ne demek onu da bir anlasak ?

Yapmayın arkadaşlar . Reyting haberciliği , edilgen habercilik yapmayın . Ben ki iletişim fakültesi mezunu değilim . Mesleğimde gazetecilik değil ama şu sanal ortamda bile paylaştığım iki üç cümlenin doğruluğunu onlarca yerden kontrol ederek buraya yazıyorum .

Siz birde bu işten ekmek parası kazanıyorsunuz , mesleğinizi bu kadar alçaltmayın ne olur .

27 Nisan 2009 Pazartesi

2-0 oldu!

Ersun Yanal'ın istifa ettiği söyleniyor şu an TRT 3 'deki Futbol&Futbol programında . Açıklamanın yarın yapılacağı belirtildi .

Klasik Ersun Yanal istatistiğinde değişen bir şey olmayacak bu istifa ile . Takımı al , iyi devam et ve son düzlükte tökezle .

Bugüne kurban verdiğimiz ikinci hoca Ersun Yanal . Alman meslektaşı Klinsmann kendi isteği ile olmasa da , o da görevden el çektirildi .

Günün skoru :

Başarı beklentisi 2 ; Teknik Direktörler 0

Bu skor 2-3 haftaya evsahibi takım lehine artmaya devam edecektir , kimse merak etmesin.

Kale Arkası Gol Sevinçleri

Eskiden stadda olsak bile tekrarını veya özet görüntülerini televizyondan izlediğimiz maçlarda ne güzel kale arkası gol sevinçleri görürdük.

Şu aralar sıklıkla tartıştığımız ve Arda'nın başını yiyen akreditasyon müessesesinin devrede olmadığı günlerdi o günler . Öyle saha kenarına inmek için boynuna süslü bir kart asmaya gerek yoktu. Emniyet kuvvetlerinin,fotoğrafçılık yapan gazeteci emekçilerin, top toplayıcı çocukların sevinçleri ekranlara yansırdı .

Misal şu aralar GS Mobile reklamlarında Hagi'nin frikik golüne sevinen top toplayıcı Arda'nın görüntüsü , Kadıköy deplasmanında Hakan Şükür'ün golü sonrası onun boynuna atlayan rahmetli Alpaslan Dikmen'in sevinci ve yine bir Hakan Şükür golü sonrası yazının başlığındaki resimdeki emniyet görevlisinin görülmeye değer sevinci gibi . Şimdilerde ise sadece endüstriyel futbolun figürlerinden olan "dönen terlik" görüntüleri yansıyor ekranlara . Terliğin içindekilerinin suratlarını göremiyoruz bile .

Acaba onlar da böyle güzel tebessüm edebiliyorlar mı dersiniz ?

23 Nisan 2009 Perşembe

23 Yıllık İstikrar

Futbolda başarı kıstaslarından biri olarak dile getirilir "İstikrar". Başarılı olmak adına çıkılan yolda kurulmuş olan düzeni bozmamak , o düzeni yöneten ve o düzenin içerisinde rol alan herkese karşı sabır göstermenin bir diğer ifadesidir aslında istikrar kelimesi.

Bir örnek verelim ; Sezon başında göreve getirdiği bir hocayı sezon henüz sonlanmadan görevden alan bir yönetim kurulununun istikrar kavramını önemsediğini söylemek mümkün değildir .Tabii ki her futbol kulübünün kulüp içi dengeleri birbirinden farklı . Taraftarın ve camianın beklentilerinin karşılanamaması noktasında ortada olan sonuç ile istikrar kavramına sabır göstererek esasında kurulmuş düzene sabretmek arasında bir tercih yapmak zorunda olan yönetenlerin işleri hiçte kolay değil . Lakin bir karar verilmesi gerektiği bu tip durumlarda kaybeden nedense hep istikrar oluyor . Şimdi bütün bu istikrar girizgahına neden giriş yaptığımı anlatacağım .

Geçen gün internette gezinirken Sir Alex Ferguson ile ilgili bir haber okudum. Sanıyorum bu satırları okuyan hiçkimse, "Sir Alex Ferguson ve Manchester United denildiğinde istikrar ve istikrarın getirdiği başarı kavramları akla gelir." desem karşı çıkmaz. Dile kolay tam 23 yıldır Kırmızı Şeytanların menajerliğini yapan Ferguson istikrara inancı olan yönetenleri tarafından adeta Manchester United tarihinin en önemli figürü haline getirildi.Geçen bu 23 yıl boyunca 2 kez Şampiyonlar Ligi Kupası , 1 kez Kıtalararası Kupa , 1 kez Kupa galipleri Kupası ve 10 kezde Premier Lig şampiyonluğu kazanan takım ve yine adeta Ferguson'un kimliğinde hayat bulan istikrar kavramı çok başarılı bir çeyrek yüzyıl yaşadı .Sir Alex Ferguson o derece başarılı oldu ki gelip geçen bu 23 yılın en özel yıldönümlerinde kendisi ile ilgili eski yeni tüm oyuncuları o'na karşı duydukları saygıdan ve o'nunla çalışmanın ayrıcalığından bahseder oldular . Aynı 21.yıl kutlamasında 3 Kasım 2007 günü Arsenal karşılaşması öncesi 21 adet eski-yeni futbolcusunun Sir Alex Ferguson ile duygularını şu
linklediğim sayfada açıklamış olduğu gibi .

Kasım 2007'nin ilk haftası Sir Alex Ferguson'un Manchester United menajerliği görevindeki 21.senesinin yıldönümüne denk geliyordu . Bu özel haftada 3 Kasım 2007 günü Arsenal ile oynadıkları Premier Lig karşılaşması ise 2-2 berabere bitti . Bu günün Alex Ferguson'un hayatındaki önemi esasında göreve gelişinin 21. yılı haftasına denk geliyor olmasının dışında bu tarihten tam 14 sene önce yaptığı bir karşılaşma ile de açıklanabilir. 3 Kasım 1993 yılında yaptığı bir karşılaşma sonucu ilk kez düzenlenen bir uluslararası turnuvaya katılmaktan men olan Sir Alex Ferguson'un takımı,o gün tüm otoriteleri yanıltmış ve Avrupa Şampiyonlar Liginin dışında kalmıştı . Bu tarihte alınan sonuç karşısında pek çoklarının yapacağı gibi davranmayan Manchester United yöneticileri bu mağlubiyet ve turnuvadan elenme sonucu karşısında istikrardan yana oy kullanmış ve gelecekte kazanılacak başarılarda pay sahibi olmayı sonuna kadar hak etmişlerdi.

Sir Alex Ferguson'un takımını 3 Kasım 1993 'de yenerek tarihi bir başarıya imza atan spor kulübünü hepiniz biliyorsunuz . Bu kulübün istikrara el vermesi ile 17 yıl sonra kazandığı ilk Avrupa kupasını da hepinizin bildiği gibi.Bütün bunların rastlantı olarak değerlendirilemeyeceği apaçık olan bir durumda bu değerlendirmeyi yapacak olan insana , Sir Alex Ferguson'un kazandığı 14 kupa da mı rastlantıydı diye sorarlar ? Kasım 1993 yılında kovulan bir Ferguson olsa şimdi Manchester United olur muydu ? Olurdu da böyle mi olurdu ?

Kızım sana söyledim , sayın Başkan sen anla...

Pepe'nin Vedası mı ?

Pepe, Marca gazetesine röportaj vermiş . Getafe maçında yaptığı hareketi tekrar izlediğinde kendisini tanıyamadığını , futbol oynama arzusunun kaybolduğunu belirtmiş .İspanya Futbol Federasyonu tarafından nasıl cezalandırılacağı aşağı yukarı belli fakat Pepe'nin aldığı en büyük cezanın eğer söylediklerinde samimi ise şu an mesleğinden soğuması duygusunu ve vicdan azabı hissediyor olması olduğunu düşünüyorum . Samimiyet önemli tabi burada , yoksa yerde yatan bir meslektaşını acımasızca tekmelemesinin görüntülerini bize izlettirmiş olmasının bir bedeli olmalıydı , ama bu bedel futbolu bırakacak kadar ağır mı olacak , sorulması gereken soru bu .


Pepe bir daha futbola dönmez ise eğer şövalye olarak anılacaktır.Kariyerinin ortasında iken rakibine attığı acımasız bir tekmenin bedelini mesleği terk ederek ödemeyi başka bir kelime ile anlatamazsınız.

Yaptığı hareket doğru değil , ama şu an düşündüğü de doğru değil . Futbol tarihi rakip oyuncuya karşı bu acımasızlıkta hareket yapan oyuncular ile dolu . Eğer hepsi bu yola girmiş olsaydı düşünsenize.

22 Nisan 2009 Çarşamba

FioreSaray???

Bir kaç gündür Galatasaray taraftar forumlarında yeni sezon formalarından birinin renginin Mor olacağı konusunda çeşitli söylentiler olduğu dillendiriliyor. "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz" derler derim hep ama , mor renk ile Galatasaray formasının nasıl bağdaştırılacağını , hatta nasıl sorusunu bir yana bırakın, böyle bir fikrin eğer doğru ise nasıl olur da düşünüldüğünü bile hayretle karşılarım.

Bu sene başında tercih edilen turuncu renkli forma lansmanının Harry Kewell transferi ile birlikte yapılması, bu renginde taraftarlar tarafından Turuncu= Sarı+Kırmızı karışımı formülü üzerinden sempati görüp kabullenilmesinden alınan cesaret ise eğer bu tarz radikal bir renk tercihinin sebebi , Pazarlama A.Ş profesyonellerinin bu konuda en kısa zamanda taraftar sitelerinde bir nabız yoklaması yapmasını salık veririm.Zira tanıdığım her Galatasaray taraftarı eğer rengi Mor olan bir forma piyasaya sürülecek ise bunu kesinlikle almayacaklarını dile getiriyor. Umarım bu formaları dikecek makinalar çalışmadan yapılması muhtemel bir yanlıştan geriye dönülür.

Galatasaray taraftarının her sene istediği yukarıdaki resimdeki gibi sade , klasik bir Parçalı forma , çok fazla bir şey değil.

quico del Calcio

Rönenans döneminde İtalya'da topa ayakla da müdahale edilebilerek oynanan oyunun adıdır.Sıklıkla paskalya sonunda veya yöresel karnavalların bitiminde daha çok kentli insanların tercih ettiği oyun,kesin çizgiler ile belirlenmiş alanlar içerisinde oynanıyordu.

Oyunun icra edildiği alanın iki uç noktası hedef nokta olarak belirleniyor ve topun buraya karşı takım tarafından getirilmesi sureti ile skor kazanılıyordu.Oyuncuların topu elle taşımalarının da serbest olduğu bu geleneksel oyun , oynanışı itibari ile şimdiki Rugby'i andırmaktaydı.
Özellikle oyun alanı içerisinde görevleri önceden belirlenen oyuncuların varlığı ve bu oyuncuların saha içerisinde bulunacağı alan dağılımlarının önceden kararlaştırıldığı düşünüldüğünde Calcio'nun kollektif anlayışın ilk belirtilerinin görüldüğü oyun olduğu kabul edilir.

Sadece Bir İlk'i Olanlar Tarih Yazar!

Türk Telekom Arena'da bulunan locaların lansmanı dün akşam gerçekleştirildi.Denizbank ile yapılmış bir sponsorluk anlaşması sonucu localar Deniz Club ismi altında satışa sunulacak . Henüz fiyatları konusunda net bir bilgi yok , fakat lansman toplantısında sunumu yapılan taslak çizimlerin hayat bulması durumunda Türkiye standartlarının çok üzerinde fiyatlarla satılması sürpriz olmayacaktır.


Taslak çizimlerin Galatasaray'a yakışacak olan stadın en güzel bölümlerini gösterdiği malum.Dolayısı ile bu bölümlerin stadın satışı en pahalı yerleri olmasının dışında , ülkenin gelir dağılımındaki standartsızlık gözönüne alınırsa eğer fiyatları ne olursa olsun satılacağı da şüphesiz . Ümit ediyorum bu güzel locaların satışa sunulacağı fiyatların yüksekliği Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena stadında bulunan diğer bölümlerinin fiyatlarının belirlenmesinde bir ölçü olarak değerlendirilmez. Aksi bir durum endüstriyel futbolun pençesindeki taraftarın takımlarını 2010-2011 sezonundan itibaren televizyon başında izlemesi sonucunu doğurur.

Son bir not ; locaların tanıtımı için bir web sitesi ve reklam filmi hazırlanmış . Hazırlanan reklam filmi metini içerisinde bir cümle dikkat çekici . O cümleyi de zaten bu yazının başlığı yaptım zira bir gerçek ancak bu kadar yalın ifade edilebilir.

Radu Niculescu gibi kafa golü atmak

Dün akşam Liverpool-Arsenal maçının seyrederken Torres'in ilk golü sonrası aklıma geldi Radu Niculescu . Liverpool'a benzer bir kafa golü vardı kendisinin de.

Radu Niculescu Galatasaray'a imza attığında 2002 yılının Ocak ayı idi. Forvet hattında sıkıntı çeken ve Arif ile Ümit Karan'a alternatif yaratmaya çalışan vatandaşı Lucescu'nun ısrarı üzerine kendisi ile anlaşılmıştı.

Toplam 9 lig maçında forma giyen Niculescu'nun Galatasaray forması ile attığı en önemli gol ilk grup karşılaşmalarını Nantes'ın ardından ikinci tamamladıktan sonra 2.tur gruplarda Ali Sami Yen stadında karşılaşılan Liverpool'a attığı goldü.

Yeni açık tarafındaki kaleye yaptığı kafa vuruşu sonrası topun ağlarla buluşmasından sonra çıkan uğultu benim hep hafızamdadır.

Galatasaray formasını giydiği 4 aylık süre içerisinde kendisinden azami ölçüde yararlanılmış olduğu kesindir. Bir sezon boyunca Ankaragücü'nde de forma giymişliği var Niculescu'nun , lakin Ankaragücü performansı bir önceki sezonu mumla arattırmıştır.Şu an futbolu bırakmış durumda ama hayatını nasıl gerçirdiği ile ilgili sağlıklı bir bilgi bulamadım.

Galatasaray taraftarı o'nu hep Liverpool maçındaki o güzel gol ile hatırlayacaktır.

Liverpool 4 - Arsenal 4

Dün akşamki karşılaşmanın bu haftanın futbol kalitesi en yüksek maçı olacağını öngörmüştüm.
Ama rahatlıkla söyleyebilirim ki dün akşamki maç değil bu haftanın , belki de son yılların en güzel futbol karşılasması oldu .


1.dk'sından itibaren olağanüstü bir seyir zevki , inanılmaz bir mücadele , kollektif futbolun tüm güzel örneklerinin sergilendiği mükemmel bir karsılaşma izledik.
Teknik direktörleri Rafael Benitez'in maç sonrası verdiği röportajda belirttiği gibi bir çok bireysel hata yapan Liverpool 'lu oyunculardı oyunun kaderini belirleyen.Mascherano,Arbeloa ve Fabio Aurelio 'nun yaptıkları bireysel hatalari iyi değerlendiren Arsenal takımı , ikinci kalecileri Fabianski'nin üstün performansına rağmen kalesinde 4 gol görmekten kurtulamadı.

Arsenal demişken Arshavin için ayrı bir başlık açmak lazım. Rus oyuncunun kelimenin tam anlamı ile dün gece her vurduğu gol oldu.Özellikle Arsenal'in ve kendisinin son golünde yaptığı bindirmeyi hele hele maçın o dakikasinda o derece bir depar atmış olmasına rağmen o gol vuruşunu yapmak herkesin harcı değil . Arşivlere iyi bir bakmak lazım Anfield Road'da 4 gol atmış kaç futbolcu var tarih boyunca?
Gözlerimiz dün akşam futbola doydu. Maç hiç ama hiç bitmesin istedik. Bitiş düdüğü ile sevinen sadece Manchester'li kırmızılar oldu .
Kalan 5 maçta 2 maçı eksik olmasına rağmen Liverpool ile puan puana olan Kırmızı şeytanların şampiyonluk şanslarının iyice arttığını söyleyebiliriz.

21 Nisan 2009 Salı

Acıyın Bize!

Liverpool 4 - Arsenal 4

Liverpool-Arsenal

Haftanın futbol kalitesi en yüksek olması muhtemel maçı .Son 5 maçını da kazanan iki takımdan Liverpool, Manchester'ı takibini sürdürmek istiyor . Arsenal için ise tamam mı devam mı sorusunun cevabının verileceği bir karşılaşma olacak. Bir maçı eksik Manchester'ın 10 puan gerisindeki Arsenal'in galibiyete daha fazla ihtiyacı var.Anfield Road'da aldıkları son galibiyet 2003/04 sezonunda idi.Bu süre içerisinde geçen sezon aldıkları beraberlik dışında Londra'ya boyunları hep bükük döndüler .

Karşılaşmada Liverpool'dan Steven Gerard , Arsenal'den ise Van Persie ve Adebayor forma giyemeyecekler.

Şampiyonlar Ligi karşılaşmalarının kazanan ve kaybedeninin kozlarını paylaşacağı güzel bir futbol akşamı olsun.

Asker ve Baron

Haberler Sivasspor idmanından geliyor :

"Antrenman sırasında Teknik Direktör Bülent Uygun, “Baron” adlı kangal köpeği ile ilgilendi. Hafif sakatlığı nedeniyle düz koşu çalışması yapan ve köpek korkusu bulunan Musa Aydın, Baron’dan kaçmak için tesislerin tel örgülerine tırmanınca, ilginç bir görüntü ortaya çıktı."

Son virajda zorlu maçlar öncesinde mentor desteği almaya da başlamış Sivasspor .Gerçekten böyle bir desteğe ihtiyaçları olacak kadar stres altında olduklarına inanmıyorum .Petrol Ofisi Spor kulübünün eski başkanının açıklamaları olmuştu geçtiğimiz haftalarda. Geçen sene UEFA kupasına Türkiye adına kim katılmalı tartışmaları sırasında yaşanan gelişmeler dolayısı ile Sivasspor’un sus payı almış olabileceği ve bu konu üzerinde dikkat edilirse hiç ısrarcı olunmadığından bahsediyordu eski Başkan.

Kimseleri bilemeyeceğimiz konularda basın yayından okuduklarımız ışığında suçlamak haddimize değil , ama konu Sivasspor olduğunda da aklımıza her zaman bir atasözü geliyor , hani “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz .” derler ya...

Yenilsende Yensende Galatasaray

NTV Spor'da yeni başlayacak olan bir futbol programının ismi . Programın moderatörleri Bağış Erten ve Banu Yelkovan. Yorumcular ise 3 büyük kulübün gencecik taraftarları .


Çoğunuzun futbol blogları camiasından ve forumlardan bildiği aşina olduğu isimler bu gençler. Aralarında adamlıklarına ve Galatasaray'lılıklarına kefil olacağım ve de bu programın yayın hayatı geleceğinde çok ama çok önemli bir katalizör olacağına inandığım futbolu bilen insan etiketine sonuna kadar sahip olduklarını düşündüğüm 3 tane Aslan gibi kardeşim de var .

Galatasaray'lı medyanın geleceği olacağını düşündüğüm bu 3 arkadaşıma ve diğer Galatasaray'lı yüreklere başlayacak olan programda sonsuz başarılar diliyorum . Hayır tanıdığım için söylüyorum , "benim" diyen futbolcu ve hakem eskisi yorumcuların üzerine şerbet tadında bir program olacaktır .

Sevgili Ata,Eray,Uğur ve program vesilesi ile beyaz ekranda tanışacağım Emre,Ali Murat ,Caner ve Sabri .

Yolunuz açık olsun .

20 Nisan 2009 Pazartesi

Bez Üstü Aşk

Yuvarlak nesneye ayak ile vurularak oynanan sihirli oyunun olmazsa olmazı olan seyirci ve o seyircinin kutsal bellediği beton yapının üzerine astığı,misafir olduğu mevzide kendi varlığının delaleti olan alamet-i farikası , yani pankart.

Taraftarın sevdasının ve yüreğinden geçenlerin beze bürünmüş halidir pankart.

Aşkın en yalın ve net ifadesidir.

7 Nisan 1993 ‘de İnönü kapalısında sevgi şöyle dile gelmiş;

Seni unutmak mümkün olsa unutmayı unuturduk. İTÜ Elektronik

28.maçında 28 numara

Semih Kaya'nın kariyerindeki ilk Turkcell Super Ligi maçı idi dün akşamki Büyükşehir Belediyespor - Galatasaray karşılaşması . Kaderin cilvesi mi desek belki de sayıların gizemi , dün akşamki karşılaşma ile Semih ilk Turkcell Super ligi maçını oynamanın dışında Galatasaray forması ile 28.resmi müsabakasını yaşadı.


Aynı forma numarası gibi.

Semih'in Galatasaray profesyonel futbol takımı forması altındaki ilk maçı Fortis Türkiye Kupasındaki Malatyaspor karşılaşması idi.Oyunun son 5 dk.'sında oyuna girmiş ve 5.dk lık performansı ile o'nu PAF liginde hiç izlememiş olan Ali Sami Yen stadı sakinlerinin kendisi hakkında belli bir fikir sahibi olmaları mümkün olmamıştı .

Dün öğleden sonra oynanan maçta 90 dakika sahada kalan Semih,ilk kez Süper Lig maçı oynayan bir futbolcu için sakin duruşu ve soğukkanlı hareketleri ile dikkat çekti .Özellikle Belediyespor'un ortadan doldurduğu cephe toplarında başarılı bir görüntü çizdi . Tabir-i caizse hiç sırıtmadı . İşini iyi yaptı . Maç sonrası yayıncı kuruluşa verdiği röportajda ise kendisine ne kadar güvendiğini ispatlarcasına formayı bırakmayacağını hocasına söylediğini ifade etti.

Önümüzdeki günlerin Semih Kaya için güzel geçmesini dilerim.Kendisine hafta boyunca büyük destek verdiğini ifade ettiği Emre Aşık'ın yokluğunda o'nun yerini fazlası ile dolduracağını düşünüyorum . Futbol şansı ve bahtı kendisi ile beraber olsun .

Başarılar 28 numara.

Tünelin ucunda ışık var mı ?

Turkcell Super Lig’de 28.hafta geride kaldığında alınan sonuçlar itibari ile haftayı en karlı kapatan iki takımdan biri oldu Galatasaray .Hanesine yazdığı 3 puan ile zirve ile arasındaki puan farkı şu anda 3.

Evet , Galatasaray’ın zirve yarışında Lig’in lideri Sivasspor ile son hafta yapacağı müsabakayı galibiyet ile kapatacağını öngören birinin böyle bir cümle kuracağını düşünebiliriz. Ama mevcut durumdan,yapılan iyimser öngörüler ile, zirve ile olan puan farkını sanal olarak eksiltebilecek kadar iyi sinyaller alıyor muyuz diyebilir misiniz ?


20 Nisan 2008‘den 19 Nisan 2009‘a geçen sürede Galatasaray'da çok şeyler değişti.20 Nisan 2008 günü yine Atatürk Olimpiyat stadında oynanan karşılaşmada tribünleri dolduranlar "Yönetim -Futbolcu - Taraftar,Şampiyonsun Galatasaray " diye haykırıyordu . Takım 1 hafta sonra oynayacağı Fenerbahçe derbisi öncesi çok önemli bir virajı dönüyordu. Herkes , yani aynı o tezahüratta olduğu gibi , yöneticisi ile futbolcusu ile taraftarı ile kenetlenmiş ve şampiyonluğa koşar adım gidiliyordu . Maç sonunda ,6 maçlık serinin 3.maçıda galibiyet ile bitmiş ve kalan 3 maçı da kayıpsız geçen Galatasaray şampiyonluğa ulaşmıştı .

Mekan yine Olimpiyat stadı , ama aradan geçen 364 günlük süre içerisinde hem tribünlere gelen insanların sayısını hem de yeşil saha üzerinde oynanan futbolu gözönünde bulundurursak aynı seriyi tekrarlayacak bir sinerjinin oluşturulamayacağını söylemek gerçekci olacaktır..

Bir sene önceki seri ile önümüzdeki 6 maçlık seri kıyaslandığında en önemli fark Galatasaray'ın halen göbeğini kendi kendine kesemeyecek olması .Artık ipler Galatasaray'ın elinde değil .Sakat ve cezalı futbolcuların çokluğu ,yine bir maçın seyircisiz ,bir maçında İstanbul dışında oynanacak olması sebebi ile 2 maçta seyirci ve saha avantajından asgari düzeyde yararlanacak bir takım var ortada .Zor bir dönem ama Galatasaray'ın zorluklardan beslenen organizması için bu dönem panzehir bile olabilir.Bu panzehiri oluşturacak olan kimyasallar ise öncelikle seyirci ve futbolcuların ta kendisi .Bu kimyasalları deney tüpüne koyacak olanda bizzat Galatasaray yönetimi.Beşiktaş ve Sivasspor ile oynayacağı son iki maça gelene kadar göbeğini keseceği makası rakiplerinin elinden alması için çok önemli bir dönemece giriliyor.

Işık yok dedik , evet . Geçen seneki sinerjiyi oluşturacak etkenlerde henüz sessiz ,ona da evet. Ama o ışığı yakabilecek ve sinerjiyi oluşturabilecek potansiyelin varolduğunu biliyoruz . Önümüzdeki 4 hafta çok ama çok önemli . Bütün iş İnönü stadına puan kaybı yaşamadan gitmekte. Mayıs ayına da şunun şurasında 10 gün kaldı . Kasımları değil Mayısları yaşayanların harekete geçme zamanıdır.

Bekleyelim görelim .

17 Nisan 2009 Cuma

La Soule

Pazar günü Ali Sami Yen stadında oynanan karşılaşmanın 90.dk ‘sında yaşanılanlar son günlerin en çok konuşulan konularının başında geliyor biliyorsunuz.Özellikle sporcuların birbirlerine karşı futbol oyunu kuralları dışında enseye kafa , yüze şaplak şeklinde benzerlerini mahalle kavgalarında görebileceğiniz hareketlerde bulunmaları aklıma aynı oyuncuların futbol oyunun geçmişine dönük,kuralların esnek olduğu hatta hiç olmadığı günlerde birer La Soule oyuncusu olsalardı acaba neler olurdu sorusunu getirdi? Emin olun Pazar günü sahada oynanan oyun Futbol değil La Soule olsa idi , 4 kırmızı karttan çok daha fazlasına şahit olurduk.

Neden mi ?

La Soule’ü tanıdığınızda sizde bana hak vereceksiniz.

İngiltere’de , modern futbolun temellerinin yavaş yavaş atılmaya başlandığı 19.yüzyıla kadar Fransa’nın Bretagne ve Picardie bölgelerinde kırsal ve sanayi devrimi öncesi toplum geleneğine bağlı kişilerin oynadığı geleneksel bir halk oyununun ismi idi La Soule. Oynanış tarzına bakıldığında kurallarının nasıl ortaya çıktığı belli olmayan , zamanının şartlarına bağlı olarak dinsel ve kiliseye dayalı bir boyutu olduğu anlaşılan bir oyundu.

Oyuna ismini veren La Soule içine ot , talaş doldurulmuş ya da sorgun ağacından yapılmış bir tür toptu.La Soule oyununda karşı karşıya gelen takımları ya komşu iki köyün genç insanları , ya da aynı kiliseye mensup bekar veya evli erkekler oluşturuyordu. La Soule soyluların pek rağbet etmediği,geleneksel bir spor dalı idi .

Kesin ve belirlenmiş kuralları olmayan oyunun belki de herkesin bildiği tek kuralı La Soule’ü taraflardan birinin önceden belirledikleri alana getirmeleri ile skor sağlandığı idi.

Tamamen fiziki güce dayalı olarak La Soule üzerine çullanarak ve ilerlemek amacı ile birbirlerinin üzerinde ellerinin ve ayaklarının tüm kuvvetini kullanan oyunculardan bir çoğunun sakatlanması,hatta kimi zaman da ölümlere yol açan olayların yaşanması bu
oyunun sertliğinin bir göstergesi olarak kabul edilirdi.

Nasıl , şimdi sizde benim gibi Pazar günü Galatasaray ve Fenerbahçe iyi ki futbol oynamış diyorsunuz değil mi ?

Eğer sahada oynanan oyuna futbol diyebiliyor isek tabii...

16 Nisan 2009 Perşembe

Türk Futbolundaki Yabancı T.Direktörler / Erik Gerets


4 Haziran 2005
Galatasaray ile 2+1 yıllık sözleşme imzalayan Eric Gerets, “Sarı-Kırmızılılar”ın beklentilerinin yüksekliğinin farkındayım. Ne kadar büyük bir etki ve baskı altında kalacağımı biliyorum. Bu büyük kulüpte bulunduğum sürece görevimi en iyi şekilde yapacağım, bunları hak etmeye çalışacağım` diye konuştu.

30 Mayıs 2007
Galatasaray ile yollarını ayıran Belçikalı teknik direktör Erik Gerets, İstanbul'dan ayrıldı.George adlı Danua cinsi köpeği ile birlikte Brüksel'e giden Gerets'i, Galatasaray'ın eski sportif direktörü Bülent Tulun uğurladı.Bu arada Tulun, Gerets'e, Fenerbahçe ile Galatasaray arasında yapılan derbi maçta Belçikalı çalıştırıcının kafasına gelen bir cisimle alnının açıldığını gösteren bir fotoğraf hediye etti.


Bu iki haber arasında geçen zaman dilimi neredeyse 2 yıl . İki yıl boyunca Galatasaray teknik direktörü olarak görev yapmış , görevinin ikinci yılında sözleşmesi uzatılmış ama sezon sonu kaçan şampiyonluğun ardından takımdan ayrılmış olan biriydi Erik Gerets. Yukarıdaki alıntı haberlerde isminin yazılışına dikkat edin . “Eric mi , yoksa Erik mi ? “ diye bile iki yıl boyunca karar verememiştik. Aynen bazı futbol fakirlerinin Gerets’in iyi bir hoca olup olamadığına iki uzun yıl boyunca karar verememiş olması gibi .

Sigi Held’i , Reinhard Saftig‘i bile Galatasaray kulübesinde görmüş bu gözler...” diye kurulan cümleleri bilirsiniz . Galatasaray’a profesyonel olarak hizmet vermiş , vermeye gayret göstermiş , ne kadar hizmet etmek istese de bir şekilde engellenmiş olan her bir teknik direktör için nedendir bilinmez Sigi Held veya Reinhard Saftig turnusol kağıdı görevi görmüştür. İsimlerden bağımsız olarak şahsi düşüncem şudur ki Sigi Held ve Reinhard Saftig de dahil olmak üzere Ali Sami Yen stadında veya dış sahada Galatasaray futbol takımının teknik direktörü olarak görev yapmış ve o yedek kulübesinde oturmuş herkese sonsuz saygı duyarım.Ancak bazıları gönlümde ayrı bir yer edinmiştir,kimileri yaşayarak , kimileri ise okuyarak .

Misal Galatasaray denildiğinde akla gelen ilk figürlerden olan Baba Gündüz , sonra Brian Birch. Bu isimleri kağıtları okuyup,sararmış görüntüleri izleyerek sevdik.Bir Juup Derwall’i kim unutabilir ? Futbolcu Hagi’nin üstüne bir de teknik direktör Hagi’yi yaşamış şanslı insanlar arasındayım. Erik Gerets’de bu kişilerden biri benim için . Ancak kendisinin değerinin ne yazık ki anlaşılamamış,Tigana’nın ve Del Bosque’nin öğütüldüğü değirmenin kurbanlarından biri olduğunu da düşünenlerden biriyim.

Ne gariptir ki ülkemizden arkalarına tencere tava bağlanarak yollanan her isim Türkiye’de bıraktıkları için hiç bir zaman hayıflanmadılar.Bu ülkede, zamanında şimdiki Chealsea ve Rus Milli Takımının, son Avrupa Şampiyonu İspanyol Milli Takımının, son Avrupa Şampiyonu finalisti Alman Milli Takımının hocalarının maruz kaldığı muameleyi hatırlayın. Ülkeden adeta kovulurcasına yollanan Erik Gerets’in şu an görev yaptığı Marsilya’da , Fransa birinci Lig’i “Ligue1“ ‘de üstüste 7 yıl şampiyon olan Lyon’un 1 puan önünde adım adım şampiyonluğa gitmesi , Belçika Milli takımının hocası olması için kendisine teklif götürüleceğinin konuşulması aslında şaşırtıcı değil . Bu durum medyamızın ve spor kamuoyumuzun istikrar kavramına ne kadar uzak,ama futbolbilmezlik kavramına da bir o kadar yakın olduğunun ispatı sadece. Ve de bu durum ilk olmadığı gibi son da değil .

Erik Gerets gibi işine saygı duyan ve elindeki malzemeye göre işini çok da iyi yapan futbol profesyonellerinin Türkiye’deki kaderleri bu olsa gerek.


O her zaman sporcusunu kollayan , elindeki (tırnak içerisinde) “Galatasaray” ’ a göre mütevazi ve dar bir kadro ile oynattığı futbol ve kazanılan unutulmaz şampiyonluk ile , Kadıköy’de başına gelen cisim ile aldığı yara yüzünden alnından akan kana rağmen dik duruşundan taviz vermeyen görüntüsü ile hatırlanacak.

Yolu ve bahtı açık olsun.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Anglo Sakson Gece

Dün akşam iki takımının tek bir maçta karşı karşıya geldiği İngilizler bu akşam yine iki takımının ayrı ayrı oynadığı maçlarda istediklerini kopardılar.

2009 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde 3 , Roma'da oynanacak turnuva finalinde ise 1 İngiliz takımının olması kesinleşmiş oldu.

Özellikle Portekiz takımı Porto'nun tarihinde sahasında İngiliz takımlarına boyun eğmediği istatistiğini , attığı fantastik bir golle bir Portekiz'linin bozması ilgi çekici idi.

Futbolun endüstriyelleşmesine hep burun kıvırıyoruz lakin "Parayı veren Ronaldo'yu alıyor , Ronaldo da düdüğü çok güzel çalıyor ." Tek bir vuruş ve sonuç .

Yarı final eşleşmeleri şu şekilde oluştu malumunuz ;

Chealsea - Barcelona , Arsenal - Manchester United .

Bu eşleşmelerin sonucunda buram buram bir Ronaldo - Messi kapışması kokusu geliyor. Onlar kapışsın , bizlerde zevkle seyredelim.

Porto - Manchester United

Tarihlerindeki 8.maçlarını oynuyorlar . Galibiyet sayıları eşit, 3 kere de berabere kalmışlar. Porto ilk maçta kazandığı avantajı henüz 6.dk 'da gelen golle birlikte yitirdi . Eski bir Sporting Lisbon'luyu ıslıklaması şaşırılmayacak Porto seyircisine,Christiano Ronaldo unutamayacakları güzellikte bir gol ile cevap verdi.

Bakalım Britanya takımları biri en başından garanti olan 3'de 3 yarı final hedefini tutturabilecekler mi ?

Meksika Sınırı

Juan, motosikleti ile Meksika sınırına gelir. Arkasındaki iki büyük çantayı gören sınır polisi şüphelenir ve içinde ne olduğunu sorar .
Juan: 'Yalnizca kum', diye yanıt verince polis: - Aç bakalım çantaları, der.
Juan çantaları açar, polis didik didik kontrol etmesine rağmen kumdan başka birşey bulamaz çantada !
Bununla yetinmeyen polis, gece yarısına kadar kumu her tür tahlilden geçirtir ancak saf kumdan başka birşey yoktur ! Polis, çantalarini Juan'a geri verir ve sınırdan geçmesine izin verir.
Ertesi gün Juan Motosikletinin arkasında iki büyük çantayla tekrar sınırda belirir. Polis Juan'i gene durdurur, didik didik arar, birşey bulamaz ve Juan'ı serbest bırakmak zorunda kalır. Bu olay, polis emekli olana dek yıllarca devam eder !
Bir gün emekli polis Meksika'da bir barda otururken Juan'ın içeri girdiğini görür ve derhal yakasına yapışır;
-Senin yıllardır birşeyler kaçırdığından eminim.Çıldıracağım.
Geceleri uyku uyuyamıyordum senin yüzünden. Lütfen anlat bana ne kaçırdığını. Aramızda kalacağına emin olabilirsin.
Juan gülümseyerek yanıtlar:
'Motosiklet'
DETAYLA BOĞUŞURKEN ÖZÜ KAÇIRMAYALIM.

14 Nisan 2009 Salı

Bir kaleci hikayesi ve Kırmızı-Mavi çeyrek finali

Bilirsiniz,futbol topuna hükmedenlerin en yalnız olan karakteridir kaleciler. Onların ellerini kullanma ayrıcalıklarının dışında hiç istemeseler de her zaman kader kurbanı,iki direk arası mahkum ya da şamar oğlanı olma ayrıcalıkları da vardır.

Gol atmazlar. Bazıları penaltı kullanır sadece. Arada bir frikik üstadı olanları da çıkar hani. Ama varoluş nedeni gol atmayı engellemek olan ve ellerini de kullanabilen bu kişiler pek sevilmezler.

Kalecilerin futbol oyunu için ne ifade ettiği ile ilgili bir yazı karalamıştım geçen ay. Tamamını
buradan okuyabilirsiniz . Bu akşamın kader kurbanı ve yüksek ihtimal şamar oğlanı olacak karakteri ise hiç şüphesiz Liverpool kalecisi Reina olacak .

Jose Reina’nın bu akşam Liverpool için herşeyin mükemmele yakın gittiği bir ilk yarı sonrası , ikinci yarının başında bir kaleci için affı mümkün olmayacak derecede hatalı yediği gol, takım arkadaşlarının da oyun içi direncinin kırılmasına sebep oldu. Yediği frikik golünü de Liverpool kalesini koruyan bir kalecinin engellemesi gerekirdi. İmdadına her ne kadar Mavi formalı Çek meslektaşı Chech yetişse de karşılaşmada son sözü evsahibi ekip söyledi.

0-2 ‘den maçı çevirebilen Chealsea’nin yarı finalde Barcelona karşısında işi zor.Şimdiden gelecek sezon görev yapacak hocayı aramak ile meşgul olacaklarsa işleri daha da zorlaşır .

Guus Hiddink’in Şampiyonlar Ligi kupasını kazanırsa eğer, görevi bırakacağını ya da bırakmasına izin verileceğini düşünmüyorum . Meşhur Rus oligarkımızın ancak hem Lig hem Şampiyonlar Liginde yaşanacak olası bir hüsran sonrası yeni bir hoca araması gerekir. Aksi bir davranış iyi kötü kurulmuş ve işleyen bir düzene çomak sokmak olur.

Liverpool’un bu maç sonrası tüm konsantrasyonunu 19 yıllık Premier Lig şampiyonluğu hasretini sonlandırmaya yönlendirmesini ümit ederim.Çok çabaladılar ama Reina’yı(!) geçemediler.

Kırmızı Akın


Stamford Bridge 'de beklenmedik şeyler oluyor .
Liverpool bir İstanbul mucizesi daha yaratma motivasyonu ile Londra'ya gelmiş ,bu hava ile 28 dk 'da 2 tane gol attılar. Yemeden atacakları 1 gol bir tarihin daha yazılmasına sebep olur.
Harika maç oluyor , gözlerimizin pası silindi.

Mavi mi ? Kırmızı mı ?


Askerlik yapanlar ve askerlik görevini kısa dönem olsun , uzun dönem olsun hatta yedeksubay olarak tamamlayan her erkeğin bir şekilde askeri tatbikatlar ile ilgili bir anısı vardır . Bu tatbikatlar gerçeğine en yakın fiziki şartlarda , gerçek ekipmanlarla , dost ve düşman iki kuvvetin önceden belirlenmiş tatbikat senaryosuna göre birbirlerine üstünlük kurmasına yöneliktir. Kazananı belli bir senaryo olsa dahi her iki kuvvette kendilerine verilen görevi askeri disiplin içerisinde ellerinden geldiğince ortaya koyarlar . İlginçtir dost ve düşman kuvvetler bu askeri tatbikatlarda kırmızı ve mavi renkleri kullanırlar . Kazanan da sıklıkla hep maviler olur .

Geçen hafta Çarşamba gecesi oynanan şampiyonlar ligi maçlarında yine mavilerin kazanmalarına şahit olmuştuk . Kırmızı sevdiğimiz bir renk olmasına rağmen,özellikle İngilizlerin kırmızılı takımı kendi sahasında oynadığı maçta benim gibi sempatizanlarını hayal kırıklığına uğratan bir sonuç almıştı. 3-1 ‘lik bir avantaj ile Londra’ya dönen mavili takımın top ne kadar yuvarlak dahi olsa adım attığı yarı final eşiğinden geriye döneceğini sanmıyorum .

Bünyesinde uzaylı bir 10 numara barındıran İspanyol mavilileri ise çok daha rahat bir karşılaşma bekliyor . Barcelona’lı oyuncuların bir Alman mucizesine izin vereceklerini düşünmüyorum . Şu an itibari ile yarı finaldeki rakiplerini düşünmeye başlayabilirler .

6 gün önceki futbol gösterisi bu akşam kaldığı yerden devam edecek. Kırmızılı takımlar ile Mavili takımların ikinci randevusu öncesi tüm ihtimaller değerlendirildiğinde Maviler ağır basıyor. Bu arada bu akşam için geçen hafta yaptığı yanlıştan dönen ve bu kez İngiltere’deki maçı canlı olarak yayınlayacak resmi yayıncı kuruluşa da teşekkür etmek lazım .

Herkese iyi seyirler.

13 Nisan 2009 Pazartesi

Umre Hatırası

Biri Galatasaray'lıların izlediğinde kızgınlık duyguları ile karışık gıpta ettikleri Franck Ribery, diğeri Milli Takımımızın en önemli oyuncularından Hamit Altıntop.

İki takım arkadaşı devre arası hazırlıkları sırasında Bayern Münich'in Suudi takımı El Wheda ile yaptığı hazırlık maçı sonrası hocalarından izin alarak Umre ziyareti yapmışlar .

Mevzu Ocak ayından kalma , ama resimler henüz ortalığa çıktığı için yeni haberimiz oldu. Neredeyse tüm ulusal medya internet sitelerinde haberi görebilirsiniz . Benzer bir durumda iki Turkcell Süper Lig takımı oyuncusunun çekilmiş resimleri sızsa idi , koparılacak yaygarının boyutunu düşünmek bile istemiyorum .

Polemikten beslenen spor kamuoyumuz için güzel bir malzeme olurdu .

Hayalleri Sömürmek

Dünyanın her coğrafyasında konu futbol olduğu zaman yaşı küçük insanların top peşinde koşarken kurduğu hayaller birbirine benzer.Bu küçük yürekler kendilerini ya taraftarı olduğu takımın otobüsünde stada doğru seyahat ederken düşler ya da düş çerçevesini biraz daha genişleterek kendilerini milyarlarca futbolseverin gözünün üzerinde olduğu liglerde,dünyaca ünlü futbol kulüplerinin formasını giyerlerken hayal eder. Yürekler ve top tepen ayaklar belki küçüktür ama hayaller bir o denli büyüktür.

Futbol bir o kadar da araçtır bu küçük insanlar için .Zevk için oynandığı günlerin üzerinden neredeyse bir asır zaman geçecek olan şu günlerde başta kendileri olmak üzere ailelerinin geleceğini daha iyi şartlarda yaşamaları için gerekenleri sağlayacak en önemli kavramdır. Goal adlı seri filmdeki Santiago Munes’in hikayesini hatırlayın. Beceri,yetenek,talih bunlar pek tabi önemli ama yukarıda bahsettiğimiz hayallere ulaşmayı kolaylaştıracak iyi birer yardımcıya da her zaman ihtiyaç duyulur. Glen Foy adlı futbolcu temsilcisinin Santiago’nun Amerika Birleşik Devletlerindeki lokal bir lig takımından Real Madrid’e kadar uzanan yolculuğunda ne kadar önemli pay sahibi olduğu açıktır.Tüm bunlar bir film senaryosu bile olsa,
hayallerinin peşinde koşan küçük yüreklerin hepsi birer Santiago Munes olamayacağı gibi herkesinde Glen Foy gibi iyi bir menajer olması beklenemez tabi.

Hayat ne olursa olsun beyazperde için kurgulanan senaryolardan çok farklı olabiliyor.Nijerya’da,üzerinde doğduğu kıtanın adı gibi kara bir talih ile birlikte, hayatla olan maçlarına 1-0 yenik başlamış küçük futbolcuların umutlarını kendi çıkarları için kullanan,kendilerini İngiliz Premier Ligindeki dünyaca ünlü takımların temsilcileri gibi tanıtarak bu küçük insanlardan maddi çıkar sağlayan futbolcu temsilcileri ile ilgili bir haber gördüm bugün.

İlgilenenler
şuradan detayı okuyabilirler.

Kıtalar,ülkeler,şehirler ve isimler değişse dahi,değişmeyen tek şey sömüren ve sömürülenin ebedi varlığı oluyor , ne acı değil mi ?

Futbolun içindeki , "nereden geliyor ve kaynaklanıyor olsa bile" , tüm çirkinliklerin yok olacağı günü hayal etmenin ve bu hayalin sömürülemeyeceğini bilmenin dayanılmaz mutluluğuna !

Ezeli Rekabetin Normalleşmesi

"Fenerbahçe maçlarının önemini bilmeyecek kadar fasulyeden Galatasaray'lı değiliz" 'cilerden olmuşumdur hep. Taraf olmanın taraftar olmanın en doğal sonucudur bu. Bilirsiniz her zaman ezeli rakip , ebedi dost ile oynanan maçların futbol şöleni olma özelliği kulaklarımıza fısıldanmış,bu maçlar her koşulda daha farklı karşılanmıştır az biraz arıza olanlarımız tarafından . Bereket hala " Galatasaray'ı yenelim , şampiyon olmasak dahi yeter ." diyen karşı yaka taraftarları gibi değilim .


Ama şimdi durup düşünüyorum da , hep süslü laflar , sloganlar ,tanımlamalar ile lanse ettiler bu şöleni(!) bize . Dünya derbisi bile dendi , kendimize en yakın coğrafyalarda bile televizyonlardan canlı olarak yayınlanmayan bir müsabakadan bahsederken . Kıyaslamalar yapıldı , Barca -Real , Boca - River maçları ile . Ne oldu ? Sonuç her zaman olduğu gibi . Kendimiz çaldık , kendimiz oynadık o kadar.Ortada sportif açıdan ne bir güzellik var , güzelliği bırakın diz boyu çirkinlik seyrettik.
Girişte de söyledim ya , taraf olmak ve taraftar olmanın doğal sonucu maç hakkında objektif bir değerlendirme yapmayı engelliyor . Yenilsen de yensen de tabii ki taraftarın seninle , bir de üstüne ortaya konan çirkinliklere bulaşmış olmanın üzüntüsü ile. Böyle böyle nereye kadar devam edecek , herkesin başlarını iki elinin arasına alıp iyice bir düşünmesi ve bu rekabetin normalleşme imkanının en ivedi şekilde esas sorumlular tarafından sağlanması gerekir.

Yapabileceğim en sorumlu yorum şu olur,bu gidiş hayra alamet değil .Bugün sahada birbirlerinin ensesine suratlarına tokat ve yumruk atan insanları örnek alacak olanlar bu ülkenin caddelerinde, sokaklarında birbirlerini kovalamaya başlar,hepimiz çok üzülürüz.

11 Nisan 2009 Cumartesi

Görmek üzerine!

Görmek üzerine yazdıklarım ile nasıl bir yanlış yapmış olabileceğimi bu akşam İstiklal caddesi'nde yürürken hissettim.

Malum bugün saat 19:00'da bir derbi maçı oynanacak Ali Sami Yen stadında. Derbi maçları öncesi özellikle büyük şehirlerde yaşayan taraftarlar iyi bilir , şehrin merkezi bölgelerinde taraftarı olduğunuz takımın renkleri ile dolaşan insanların çokluğu , maç ile ilgili tahminlerinizin şekillenmesinde nedendir bilinmez büyük rol oynar.

Ne kadar fazla sizden renk etrafta görünüyor ise , hislerinde o kadar galibiyete yakın taraf olursun.Karşı tarafın forması üzerinde bulunan renklerin bolluğu senin enerjini biraz daha eksiltir,maçı sanki sen oynacaksın da , daha az koşacakmışsın gibi olur o renkleri gördükçe. Ama hep gördüklerin üzerine yorum yaparsın , aynı bir önceki gece Avrupa kupası kazanan kulübünün salonda yaptığı mücadeleyi yerinde gördükten sonra yazdıkların gibi. Hatta sevincini ve şükran duygunu ne yazık ki taraf bir taraftan yazı karalamak isteği ışığında değerlendirerek yaptığın yanlış gibi .

İlk gören biz olduk. Zaten buna alışkınız,ilkleri biz yaşadık ,sevinçleri biz tattık . Biz,yani Sarı Kırmızı sevdalısı Galatasaray'lılar dedik.

Bu akşam , üzerinde Sarı Kırmızı renkler olduğu halde İstiklal caddesinde elinde beyaz bastonu ve gönül gözü ile yürümeye devam eden renktaşımı gördüğüm an itibari ile kafamda çakan şimşekler adına bitiriyorum sözlerimi . Görmenin üzerine bunca konuşmuş olmayı başarmış biri olarak .

Dünyanın en güzel renklerini görüyor olmak değil , o renklerin güzelliğini gönül gözleri ile görüp hissediyor olmanın güzelliğini yaşayan tüm kalp görenlerine selam olsun.

Kalbinde Sarı ile Kırmızıyı yaşayan herkesin,kalbi ile bu sevgiyi görenlerin adına.
Biz her şeyi görenler neyiz ki , asıl bu Kupa onlara kutlu olsun...

10 Nisan 2009 Cuma

İlk Gören Siz olun!

Ben buldum , güzel bir slogan değil mi ?


Hemen bir itiraf , evet bir Televizyon kanalının "İlk Bilen Siz olun !" sloganından bir esinlenme de var .

"İlk Bilen Siz olun" sloganının arkasında bir mesaj var . Yani diyor ki kanal seyircisine , "bir olaydan ilk senin haberin olsun istiyorsan beni seyredeceksin ." Seyircisine burada özgüven dolu olduğunu ifade ediyor. Kendisine de güvenmesini istiyor , seyircisinin güvenini de boş çıkarmayacağını teyid ediyor . Tüm bunları dört kelimelik tek bir cümle ile özetliyor .

"İlk Gören Siz olun" cümlesi de farklı anlamlar taşımıyor aslında . Yine bir "İlk" vurgusu ama bu defa farklı bir eylem üzerinden . "Görmek."

Görmek belki de en güzel duyulardan biri . Dokunmak , tat almak , işitmek , koklamak hepsi ama hepsi bir yana , "görmek" bir yana .

Görmeden dokunmak , görmediğin bir şeyi işitmek , görmediğin bir şeyi koklamak. Düşündüğünüzde ne kadar güdük kalıyor değil mi ? O yüzden bir kez daha tekrarlayalım görmek önemli , hele hele ilk görmek daha da önemli .

"İlk Gören Siz olun." 1 cümle 4 kelime .

Tercihi Sarı ve Kırmızı'ya gönül vermek olanlar için ise 5 tane uluslararası kupa .

Hep ilk'leri yaşayan ve ilk görenlerden olanlara kutlu olsun .

8 Nisan 2009 Çarşamba

Mavi Gece

Biri düz mavi , diğeri bordo mavi formalı takımların gösterisini izledik dün akşam . Her iki takımda kırmızılı rakiplerini yenerek yarı final kapısının eşiğinden içeri adım attılar .


Teknoloji ayrı bir güzellik.Dün akşam televizyon yerine bilgisayardan maç seyretmeyi tercih ettim ki bu tercihimin sebebi açık kanalda İspanya'daki maçın yayınlanıyor olması idi . 2 ayrı tarayıcı içerisinde ekranın sol tarafına Liverpool - Chealsea , sağ tarafına ise Barcelona-Bayern München maçını yerleştirdim ve Akademi ödülü adayı bir film tadında olan iki güzel maç seyrettim .

Taktik - teknik konular ile pek aram yoktur.Dizilişler , formasyonlar , sağ-sol kanat bindirmeleri ,tandem , çapa vs..bana hep uzak terimler gelmiştir . Futbolu zevk için oynandığı günlerdeki gibi kabul etmeyi tercih ettim her zaman . Belirli bir jargonu olmayan , sadece 3-4 kavramın olduğu bir futboldur tercihim . Saha -top -kale -gol bana yeter .
Dün akşam sol ve sağ gözlerim ile seyrettiğim her iki karşılaşmada beklediklerimden fazlasını verdi bana . Saha da vardı topta. Kale de vardı golde. Daha ne olsun ?

Klişe bir soru ile sonlandıracağım ama , bu maçlarda oynanan oyuna Futbol diyorsak,ülkemizde seyrettiğimiz karşılaşmalara ne dememiz gerekiyor ?

Nou Camp kabusu

Bu stadın Bayern'e tebessüm ettirtmediği açık . Barcelona karşısında ilk yarıyı 4-0 yenik kapadılar . Aynı stadda 4 Kasım 1998 tarihinde yine Barcelona'ya karşı aldıkları bir galibiyet var halbuki .Yani bu akşamki kabusun sebep faturasını Bordo Mavi formalıların spektaküler oyununa mı kesmek lazım yoksa her Bavyera'lının kabusu olan o talihsiz Şampiyonlar Ligi finali gecesine mi ?

Nou Camp yeni yüzyılda panzerlere yaramıyor bu belli .

"Bana Arkadaşını Söyle ...


... Sana kim olduğunu söyleyeyim ."

Ne güzel bir atasözüdür değil mi ?

Arkadaş kişinin aynasıdır derler . Türlü türlü kötü alışkanlıkları olan biri o alışkanlıkları edinmesinin sebebi olarak arkadaş çevresini gösterir. Sigara içen yüz kişiye sorun bakalım , kaçı acaba suçu kendinde görür ?

Suçlu hep o 'dur : Arkadaş .
Büyüklerimizden şöyle bir telkin duymayan var mı ? " O arkadaşını hiç beğenmiyorum ."

Ve büyüklerimizin bu öngörüsünün yanlış çıktığı olur mu ?

Çok nadir.

3.sayfalardaki gazete manşetlerini okuruz . " Arkadaş kurbanı oldu."

Örnekleri çoğaltmak mümkün . İyi yönde de , kötü yönde de . Ama hayatın tokatı sıklıkla arkadaşın kötüsünden gelir . Atalar bu yüzden demiş .

"Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim ."

7 Nisan 2009 Salı

Bunları Biliyor muyuz ?


İngiltere'de profesyonelliğe adım atmak isteyen futbol kulüplerinin henüz 1891 yılında hisse senedi satışına başladığını biliyor muydunuz ?

1891 yılında Arsenal kulübü sekiz yüz altmış hissedar için 10 ve 20 sterlinlik hisse senetleri hazırlayıp bunları satmış.

Günümüzde yaşanılan sportif başarılarda payı en yüksek oranda olan ekonomik gücün temellerinin daha o günlerden atılmış olduğunu söylersek yanlış olmaz sanırım.

1891 yılından yaklaşık 1 asır sonra ( 1986 ) , hisse senedi satışı olarak olmasa bile ülkemizde şirketleşme deneyimini yaşayan ilk kulüp Malatyaspor'un ve o'nu takip eden Vanspor,Siirt Jet-Pa,İstanbulspor ve Adanaspor'un şu an alt liglerde oynuyor olması,ülkemizde uygulanmak istenen her yeniliğin ne kadar doğru(!) yapıldığının da bir göstergesi olsa gerek .

Kum ve Taş



Bir hikayede iki arkadaşın çölde yürüdüğü anlatılır. Yolculuğun bir noktasında bir tartışma olur ve biri diğerine tokat atar. Tokadı yiyenin canı acır ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazar:

"BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BENİ TOKATLADI".

Bir vahaya gelene kadar yürümeye devam ederler ve suya girmeye karar verirler. Tokadı yiyen bataklığa saplanır ve boğulmak üzere iken arkadaşı o’nu kurtarir. Yarı boğulmadan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazar:

"BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM HAYATIMI KURTARDI".

Tokadı atan ve hayat kurtaran sorar:

"Canını acıttığımda kuma yazdın, neden şimdi taşa?"

Diğeri cevaplar: "Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız ki bağıslama rüzgarı silebilsin, ama biri bizim icin iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız ki hiç bir rüzgar silemesin.

"ACILARINIZI KUMA VE İYİLİKLERİ TAŞA YAZMAYI ÖĞRENİN".

Bir İhtimal Daha Var!



Osman Nihat Akın'ın Nihavend makamındaki eserini söylüyoruz son günlerde Galatasaray'lılar olarak .

Bir ihtimal daha var . O da şampiyon olmak mı dersin ?

Dün akşam zor bir viraj kayıpsız geçildi. Özellikle 12 Nisan Pazar günü oynanacak Fenerbahçe maçı öncesinde Gaziantep karşılaşmasında gerçekleşecek olası bir puan kaybının şampiyonluk yarışında zaten göbeğini kendi eli ile kesecek durumda olmayan takımın işini büsbütün zorlaştıracağı açıktı .

Biraz mücadele edip ayağa pas yapmaya çalıştığında , biraz da futbol şansı rakip golcülerden yana olmadığı zaman bu takımın her rakibi karşısında 3 puan alabilme şansı var . Arada birde sol kanadı kapatmak için depara kalkmak gibi ekstra işler yapan Milan Baros gibi yıldızlar ortaya çıktığında ise sonuç dün akşamki tabela üzerinde yazdığı gibi oluyor .

Galatasaray hala istenilen düzeyde değil ve kabul etmek gerekir ki geçen sene tamamen kendi elinde ve kontrolünde olan bir hedefe 6 'da 6 serisini gerçekleştirerek ulaşan takımın 8 'de 8 yapacağına inanıyor olsam da , Beşiktaş'ın 7 'de 7 'sinin de onları şampiyon yapacağı gibi bir matematik hesabı var ortada .

Beste ve güfte Osman Nihat Akın , solist Galatasaray taraftarı .

Bir ihtimal daha var....

5 Nisan 2009 Pazar

Oturalım Beyler!


Biz taraftarların stadlarda duymaktan nefret ettikleri yegane cümle herhalde budur.Eğer bu cümleyi maç sırasında duyuyor isek bilin ki doğru yerde değilizdir.Ya bir yerlerden bir sponsor bileti edinmiş ya da şans oyunlarının birinden yüklü bir ikramiye kazanıp mevziyi terk edebilecek ve oturarak maç seyredilen bölgeden bilet veya sezonluk kart alabilecek ekonomik güce erişmişizdir. İşte benimde elime ulaşan bir sponsor bileti vesilesi ile Ali Sami Yen stadında her zaman bulunduğum tribünün altında ,bu sene başında tadilat geçirmiş olan bölümde İspanya Milli maçını seyretme imkanım oldu.

İtiraf edeyim , “ Oturalım Beyler “ cümlesini hiç ama hiç duymadım . Neden derseniz o cümleyi söyleyecek ya da söyletecek hiç bir durum oluşmadı . Herkes rahat bir şekilde (burada bir detay bilgi vermek isterim,koltuklar oldukça konforlu) maçı seyretti , golde az bir ayağa kalkıldı , akabinde gol sevinci sonrası tekrar bir tiyatro oyunu veya sinema filmi seyreder gibi numaralı ve suni deri koltuklara kaba etlerimiz dönüş yaptı.

Maç öncesinde ve maç sonrasında skorbord üzerinde yazan sonuç dışında her şey yolunda idi.Etrafımda benim ile birlikte maç seyreden tüm sponsor bilet sahibi kişilerin bulundukları yerin konforundan memnun olduklarını gözlemleyebiliyordum . O akşam sanmıyorum ki benden başka biri maç özelindeki sonuç dışında bir rahatsızlık hissetmiş olsun.

İnsanın kendi kendine " nankörlük ediyorsun, biraz kendine gel" telkininde bulunması ilginç oluyor . Ama an'ı yaşayıp bu kısa tecrübe ile gelecekte Aslantepe'de başa gelecekleri kafada kurgulayabiliyor olabilmek büsbütün rahatsızlık veriyor.
Futbol taraftarlığı kavramından kulüplerin taraftarlardan beklentileri çerçevesinde giderek uzaklaşıldığı,iyi günde ve kötü günde stad önünde ve tribünde olması gereken kalabalıkların artık kulüplerin lisanslı ürünlerinin satıldığı mağazalardaki yazar kasaların önünde olmasının beklendiği günlerde rahatsız olmamak mümkün mü ?

Amansız ama Puansız!



www.tdk.gov.tr adresinde "Amansız" sıfatının anlamı için şöyle yazıyor.


Aman vermez, acımasız, cana kıyıcı.

Milli takımımızın ana sponsorlarından birinin 2010 Dünya Kupası Elemelerinde oynadığımız İspanya maçları öncesinde hazırladığı reklam filminin sloganı olan emir cümlesi ise "Amansız ol!".

Fatih Terim’in sponsor reklam filminde verdiği bu emri öğrencilerinin anlamadığını bu yönde bir mücadele sergilenmemiş ve elde var sıfır puan maç sonuçlarından çok iyi anlıyoruz . Her iki maçta da ortaya konulan futbolun 2008 yılı yazındaki mücadeleci ve oyunu son ana kadar bırakmayan anlayıştan ne kadar uzak olduğunu sonuçlar gösteriyor . 90 + ‘larda maçları çeviren bir takımdan 90 + ‘larda maç veren bir takım haline evrilmiş olmanın sebeplerinin yer aldığı onlarca maddelik bir liste hazırlanabilir.Ancak bu listenin hazırlığını önümüzdeki 4 maçın sonrasına bırakmak en sağlıklısı olacak.

Kendi göbeğimizi oynayacağımız maçlarda 4 ‘te 4 yapsak bile kesemediğimiz düşünüldüğünde 2010 yazını sanki daha bir heyecansız geçireceğiz gibi geliyor . Bu öngörümde yanılacak olmayı inanın çok isterim.

2 Nisan 2009 Perşembe

3’er Maçlık Hüzünler

25 Şubat 1995 , 11 Mart 1995 ve 15 Mart 1995 .
19 Mart 2009 , 22 Mart 2009 ve 1 Nisan 2009 .

Yukarıdaki tarihler benim özelimde çarpıcı , çarpıcı olduğu kadar da hüzünlü bir dönemin köşe başı tarihleri . Hafızası kuvvetli olanlarınız, zeka problemleri ile arası iyi olanlar veya internet arşivlerinden benim gibi özellikle 1995 yılındaki gün ve ay bilgileri için kopya çekip bir kurgu yapabilecek olanlar belki bu tarihlerden bir sonuç elde edebilir .

Evet , artık Ali Sami Yen stadında üst üste seyrettiğim 3 maçın da mağlubiyetle bittiği bir seriye daha sahibim. İlk seri , tezahüratlara da konu olmuş ve Galatasaray’ın geleneğinde olmayan sezon arası teknik direktör gönderilmesi sonucunu ortaya çıkaran Samsun –G.Antep ve Antalya ,
ikinci seri ise Hamburg , Eskişehir ve İspanya maçları.

Maçların ve rakiplerin zorluk derecesini nitelik olarak kıyasladığımızda “ikinci seri hüzün” için esasında bir çok bahaneye sığınabiliriz .Özellikle yoğun bir maç trafiğinin içine sıkışmış olan Hamburg–Eskişehir ikilisini Galatasaray özelinde,İspanya Milli maçını ise Milli Takım genelinde değerlendirmek gerekir .

Galatasaray
’dan başlayalım .

Samsun – Antep –Antalya maçlarının alışık olmadığımız sezon içi teknik direktör değişikliği sonucunu doğuran yenilgiler olması gibi , Kocaelispor maçındaki 2-5 lik yenilgi sonrası göreve getirilen Bülent Korkmaz’ın takımının son iki maçta sergilediği performansı gözönünde bulundurduğumuzda gelecek için kaygılanmamak elde değil . Özellikle öne geçilen Hamburg maçının “başa sarılmış bir filmi tekrar izliyormuşcasına” kısa bir sürede beraberliğe gelmesi , Bordeaux maçındaki kadar ısıran ve arzulu bir oyun felsefesinin sahaya yansıtılamaması ve şans meleğinin de o gün sahada pek gezmiyor olmasından ötürü avuçlardan kayıp giden tura üzülüyor olmak normal bir durum olarak değerlendirilebilir . Yinede ekranda ve tribünde gözlerini Ali Sami Yen’in çimlerine dikmiş, yüreği takım ve Hoca’nın başarısı için samimi bir şekilde çarpan herkesin , Milli maç sebebi ile verilen arada Milli görev için takımdan ayrı olan futbolcuların belki biraz Arda Turan dışında fiziksel olarak fazla yıpranmadıklarını düşündüklerini , Lincoln sorunsalının Başkan Adnan Polat'ın devreye girmesi ile rafa kaldırılmış olmasını ümit ettiklerini , Uğur Uçar'dan bile sağlık yönünden iyi haberlerin gelmeye başladığı bir ortamda geçen seneki son 6 hafta kenetlenmesi gibi bir birliktelik için kendi paylarına düşen katkıyı sağlamak için hazır olduklarını bildiğimiz ve düşündüğümüz için umutlu ve ümitli olmamak için bir sebep yok .

Hagi
'nin söylediği gibi " Galatasaray'ın isminin olduğu yerde her zaman ümit vardır ."

Hüznün son halkası ise Milli Takımın İspanya karşısındaki dublesi.Benim Ali Sami Yen stadının Kapalı alt tribündeki suni deri koltuklarda Aslantepe provası yaptığım, fakat Milli Takımın provasını taktik tahtası üzerinde bile hiç yapmamış olduğu her iki maçta da belli olan İspanya müsabakaları .

Başka bir yazının konusu olmayı hakediyor.